Chapter 77: 15
Uzakta, Saric'in odadan çıktığını fısıldayan bir hizmetkâr sesiyle irkildi. Kadın, "Küçük prens, sizi sordu efendim," dedi kapı aralığından çekinerek. Celenia, çenesini hafifçe kaldırdı, "Gelsin," diyerek izin verdi. Ama bir yandan da çocuklarına ne kadar yakın olacak, onlara nasıl davranacaktı? Bu kadar büyük bir oyunun içinde annelik sıcacık bir duygu, ama içinde öfke ve ihtirasın kudurduğu karanlık bir denizle boğuşuyordu.
Kapının aralığında Saric belirince, annesinin bakışlarında bir anda yumuşama oldu. Minicik elini uzatıp "Bir oyun sözü vermiştin" diye tekrar hatırlattı. Celenia, "Tamam, geleceğim," deyip hafifçe gülümsedi. Sonra, döndü ve içerideki sessiz masaya doğru bir adım attı, derin bir nefes alarak. Kapının kapanış sesiyle beraber, aklında yeniden Ehter'in adı, Kral'ın sayıklamaları, ve geride bıraktığı Sinnya'nın hayaleti dolaştı. Ama bunların hiçbirine boyun eğmemeye yemin etmişti.
Sarayın büyük koridorlarında yankılanan ayak sesleri, hizmetkârların fısıldaşmaları, konseydeki kısık sesli tartışmalar — bunların hepsi Kraliçe'nin eseri olan büyük bir oyunda sadece figürandılar. Deliliğe sürüklenen Kral, o dumanlı odada her akşam mum fitillerini yakarak, yavaş yavaş tükeniyordu. Ve Celenia, kendi içindeki karanlık zaferi her geçen gün büyütmeye devam ediyordu. Bu, babasının annesine dair anılarını zihninde taşıyan Ehter'e benzeyen hüzünlü bir hikâye olmaktan çok, Kraliçe'nin soğuk, yakıcı intikam masalıydı.
Artık geriye dönmek imkânsızdı. Ne Sinnya geri gelebilirdi, ne de Minho eski haline dönebilirdi. Celenia, bu büyük oyunu başlatmış ve kazananın o olduğuna emindi. Çocukları büyüyor, Ehter sürgünde, Zandar annesinin ellerinde, orduysa Minho'nun yokluğunu hissediyor ama isyan edecek güçte değildi.
Elbette karanlık bir gölge gibi aklında kalan tek şey Ehter'in sürgününün devam edip etmediği ve orada neler planladığıydı. Ehter her an bir başka sürprizle çıkabilir, krallığın tahtında hak iddia edebilirdi. Fakat şimdilik Kral Minho'nun acısıyla boğulan saray, Ehter'in varlığını unutmuş gibiydi. Celenia ise, babasının deliliğe teslim oluşunu izlediği gibi Ehter'in de umudunu kırmış olmayı arzuluyordu.
Yine de, ne kadar zafer tadını çıkarsa da, bir yandan Saric ve Meric gibi masum iki oğlunun annesi olmak ona insanî yanını hatırlatıyordu. Onlarla vakit geçirip sevecen gülümsediğinde, kısacık bir an için kendini huzurlu hissediyor, ama hemen sonra Minho'nun sayıklayan sesi kulaklarında çınlayıp onu acımasız gerçeğe döndürüyordu: Bu sarayda merhamete yer yoktu, hele ki onu gölgede bırakan, Sinnya'ya âşık olmuş bir Kral varken.
Saat ilerledikçe, Celenia çocuklarıyla vakit geçirmek için odadan çıkmaya hazırlanırken, koridordan süzülen muhafızların ona bakışlarını hissetti. Bu muhafızlar zamanında onu gözetim altında tutanlardı, şimdi ise ipler tamamen onun elindeydi. Kral buharlaşan aklıyla yatakta hapsolmuştu, Ehter sürgündeydi, Zandar gücün tadını bekliyordu; geriye sadece kraliçenin hükümdarlığı kalmıştı.
Adımlarını yavaşlattı, merdivenlere yöneldi, bir eliyle masum çocuklarının başlarını okşayarak onlarla birlikte ilerledi. Bir yandan kafasındaki planları ve intikam duygusunu düşünmekten vazgeçmiyordu. Bu hissi öyle derindi ki, Minho'nun adını ya da Ehter'in adını duyduğunda kalbi öfkeyle çarpıyordu. Kim bilir, belki bu karanlık koridorun sonunda, o saydam toz ve mum fitilleriyle başlattığı yolda çok daha fazla şey yapacaktı. Çünkü henüz hikâye tamamlanmamış, Ehter tamamen ortadan kalkmamıştı.
Ama şimdi, Saric ve Meric'i odalarında neşelendirmek ve annelerinin "aşkını" göstermek vardı. Öfkesini sevgili evlatlarına değil, bizzat Kral'ın yatağına gömdüğü bir zehirli toza çevirmiş, hayatta kalmayı seçmişti. Bu karanlığın içinde yine de gülen yüzlü bir kraliçe, aydınlık bir çocuk anne gibi davranıyordu. Ve kimse, tam olarak nelere kadir olduğunu bilmiyordu.
Ehter, Sanor Kalesi'nin taş duvarları arasındaki laboratuvarında elindeki kalemi yavaşça döndürüyordu. Masasının üzerinde düzensizce dağılmış parşömen ruloları, bitkiler, metal parçalar ve ufak not defterleri vardı. Son birkaç haftada krallıktan gelen haberler, özellikle de babası Kral Minho'nun deliliğe sürüklendiği söylentisi zihnini meşgul ediyordu. Mektupta "saraya gelmemen" diye açıkça yazılmış olması, Ehter'in içinde çelişkili duygular yaratmıştı. Bir yandan babasının bu zorlu hâline üzülüyor, diğer yandan ise sürgünde olması nedeniyle hiçbir şey yapamamanın çaresizliğini hissediyordu. Fakat bu duyguların, Sanor Kalesi'nde yürüttüğü çalışmaları sekteye uğratmasına izin vermemek için kararlılığını korumaya çalışıyordu.
Gözü, masadaki kâğıdın üzerine yaptığı "kule çizimine" kaydı. Bu kule, belki de kaleyi savunmada kullanılabilecek gelişmiş bir mancınık sistemi ya da gözlem yapabilecekleri, surdan daha yüksek bir korunaklı yapı olabilirdi. Amaç henüz kesin değildi; Ehter pek çok olasılık üzerinde duruyor, kendisini burada hem bilimsel hem de stratejik olarak geliştirmek istiyordu. Hafifçe gülümsedi. Sürgüne gönderildiği bu kalede, beklenmedik bir biçimde gerçek potansiyelini fark etmeye başlamıştı.
Kapıdan içeri giren Hannle'nin sesi, düşüncelerini böldü. "Efendim," dedi Hannle hafif bir nefesle, "aradığın demir çubukları demirhanede hazırladık. İstediğin ölçülere göre kestik." Sesinde gururlu bir tını vardı; çünkü demirhane, bu kalede yepyeni kurulmuş bir alandı ve ehterin talimatları doğrultusunda hızla faaliyete geçmişti.
Ehter, kalemi masaya bıraktı ve gülümsedi. "Harika. O çubukların bir kısmını bu kule çiziminde kullanabilirim. Belki de döner mekanizma için gereken mil ve dişli sistemini deneyebiliriz." Hannle, "Elbette," diye ekledi; gözlerinde bir parıltı seziliyordu. O da Ehter gibi Sanor Kalesi'nde büyük adımlar atıldığının farkındaydı.
Zaman içinde, pademialı Ahter ile kurdukları ticaretin boyutu inanılmaz ölçüde artmıştı. Başlangıçta üç tekneyle balık avlayıp borç ödemeyi başarmışlardı. Şimdi ise tekne sayısı altıya çıkmış, Hannol Nehri'nin verimli sularından bol bol balık ve diğer su ürünleri toplayabiliyorlardı. O kadar fazlaydı ki, koca bir şehri besleyecek kadar artık elde ediliyor, fazlası pademia kasabasına götürülüp orada kereste, demir, taş gibi pek çok kaynağa dönüştürülüyordu. Ehter, ticareti yönetme işini çoğunlukla Gadle ve Hannle'ye bırakmıştı, onlar da her seferinde yeni anlaşmalarla kale halkının refahını arttırıyordu.
Laboratuvardaki küçük pencereden dışarı baktığında, Ehter avluda koşturan insanları gördü. Eskiden tenha, ıssız olan bu kale şimdi cıvıl cıvıldı. Kimi at arabaları yükleme işindeydi, kimi çekiç sesleri surların onarıldığı noktalardan geliyor, kimi ise sabahın erken saatlerinde balıktan dönen teknelerin yüklerini boşaltıyordu. Dahası, Conrackt Krallığı'nın uzak uç köylerinden gelen aileler, "Kral hastaysa, Ehter bu kalede ne yapıyor?" merakıyla ziyarete gelip yerleşmeyi düşünüyorlardı. Sanor Kalesi artık kendi kendine yeten, hatta fazlasını üreten bir yer hâline gelmişti.
Hannle bir an sessiz kalarak Ehter'in bakışlarını takip etti. Sonra kısık sesle, "Bunları bekliyor muydun, efendim?" diye sordu. Ehter hafif bir tebessümle cevap verdi: "Sürgün edildiğimde sadece kitaplarıma sarılmak istemiştim. Fakat burada insanlar benden çok daha fazlasını bekliyor. Şimdi onlara liderlik etmek, bu kalenin gerçekten şahlanmasını sağlamak boynumun borcu gibi hissediliyor."
Gadle tam o sırada kapıda belirdi, elindeki ufak bir parşömeni sallayarak, "Size yeni haberler var," dedi heyecanla. "Pademia'dan bir kervan daha gelecek, üstelik demir ticaretini arttırmak istiyorlar. Ahter, son sevkiyatta getirdiğimiz balıkların rekor düzeyde satıldığını söyledi. Şimdi bize iki kat demir teklif edecekmiş." Gözlerindeki ışıltıyla Ehter'e baktı: "Sanor Kalesi neredeyse bir ticaret merkezi oldu, efendim."
Ehter, Gadle ve Hannle ile küçük bir kahkaha paylaştı. "Kim derdi ki sürgün yerinde bu kadar canlı bir pazar canlansın?" dedi, ardından daha ciddi bir ifadeye büründü. "Demek demir ticaretini arttırmak istiyorlar. Güzel. Yakın zamanda bir çarklı sistem kurmak için daha fazla malzemeye ihtiyacım olacak."
Gadle kaşlarını kaldırarak merakla sordu: "O sistem ne olacak efendim? Gemide mi kullanacaksınız, yoksa o kule çizimlerindeki mekanizma mı?" Ehter hafifçe gülümsedi. "Kesin değil. Belki başka şeylerde de kullanırız. Belki bir su değirmeni yaparız, belki surlara takılır bir mancınık düzeni olur. Her türlü ihtimal var." Kafasındaki projelerin sınırı yok gibi görünüyordu; bir yandan bilimi, mekanikleri, kimyayı deneyimliyor, bir yandan da bu araştırmalarla kaleyi güçlendiriyordu.
Avluda birkaç çocuk neşeyle koşturuyor, büyüklü küçüklü herkes işine yarayacak bir şeyler buluyordu. Kaledeki kadınlar, ip örmede ustalaşmış, artık balık ağlarının yanı sıra çeşitli dokumalar da yapmaya başlamışlardı. Sanchi mutfağın başındaydı; onun yönettiği yemek hazırlama süreci, kalenin tüm halkını doyurmakla kalmıyor, gelen misafirleri de memnun ediyordu. Sanchi, Ehter'e karşı gittikçe artan bir hayranlık duyuyor, "Efendim" yerine "Ehter" diye hitap etmeye başladığında yüzü kızarıyordu. Ehter de bir otorite takıntısı olmadığından bunu doğal karşılıyor, gülümseyerek onu mutfakta da sık sık ziyaret ediyordu.
O sırada laboratuvarın kapısı yeniden aralandı. Bu kez içeriye, kale halkından birkaç kişi kafalarını uzattı. Ehter'e danışmak istedikleri bazı konular vardı. "Efendim, surun kuzey tarafındaki taş duvarın sağlam olduğundan emin olmak istiyoruz, ne dersiniz?" biri sordu. Bir başkası, "Demirhanede yapılan yeni aletler avcılıkta işe yarar mı?" diye merakını dile getirdi. Ehter, "Tabii, neler yapmışsınız, anlatın," diyerek onları içeri davet etti. Ortam kısa sürede ufak bir fikir alışverişine dönüştü. Herkes Ehter'in düşüncelerini öğrenmek istiyor, Ehter ise herkese vakit ayırmaya çabalıyordu.
Günler haftaları kovaladı; demircilik atölyesi sıcakta harıl harıl işleyen bir ocak haline geldi. İşlenen demirler, kale savunması için mızrak uçları, sur için tutturma çivileri, kapılar için sağlam menteşeler ve Ehter'in deneysel projelerinde kullanılan dişliler hâline getiriliyordu. Bir yandan da taş işleme atölyesi geliştirilmiş, kale duvarlarındaki boşluklar ve hasarlı kısımlar daha özenli şekilde tamir edilmişti. Köşelerde yeni gözetleme noktaları ekleniyordu. Eski sur merdivenlerinin yerine sağlam taş basamaklar yapılmıştı. Bütün bu gelişmeler, Sanor Kalesi'nde büyük bir coşku yaratıyordu.
Ehter bir sabah, kalenin güney kapısında beklerken, Conrackt Krallığı'nın uç köylerinden gelen bir grup insanı fark etti. Çoğu eskimiş giysili köylüydü ama bakışlarında bir tedirginlik ve merak hâkimdi. Ehter'e yaklaştılar ve çekingen biçimde "Prens Ehter" diye selam verdiler. Kalede Ehter'i prenses veya soylu gibi görmeyenler olduğu kadar, onun Conrackt ailesinden biri olduğunu bilen de çoktu. Ehter, gülümseyerek onları içeri davet etti. Biraz çekinerek kalenin avlusuna girdiklerinde, "Duyduk ki Kral... yani, bir süredir hasta imiş," diye fısıldayarak konuşuyorlardı. "Bizim de çok güvendiğimiz bir kral değildi, ama duyduk ki siz sürgünde de olsanız insanlara iyi davranıyormuşsunuz. Bu doğru mu?" Ehter, "Buranın kapısı iyi niyetle gelen herkese açık," diyerek cevap verdi. Onları Hannle ile tanıştırdı, kaleyi tanıttı. Görünüşe bakılırsa ehterin elinden düşecek bir omurga, bir anlayış bu köylülerde umut uyandırıyordu.
Hannle'nin yardımıyla bu misafirler, kalede bir süre dolaşıp, isterlerse yerleşmeye dair konuşmalar yaptılar. Ehter ise her birini tek tek dinledi. Sanor Kalesi yavaş yavaş bir sığınak, aynı zamanda ticaretle güçlenen bir merkez haline geldikçe, kulaktan kulağa "Ehter sürgünde ama orada çok şey başarıyor," diye söylentiler yayılıyordu. Bu söylentilerin bazen Conrackt Krallığı başkentinde bile dile getirildiğini Ehter tahmin ediyordu. Babası Kral Minho'nun delilik sürecinin devam ettiği, kraliçenin tahtı fiilen ele aldığı da kulağına çalınmıştı.
Laboratuvarın o hafif karanlık, mum ışığıyla aydınlanan odasında, Ehter akşam saatlerinde yine çizimlerinin başına geçti. Bir yandan "kule" projesi büyüyor, diğer yandan "su değirmeni" fikri aklını çeliyordu. Hatta bir cam atölyesi kurmayı ve okuduğu kitaplarda bahsi geçen mercek, aynalar veya ışık odaklama tekniklerini denemeyi düşünüyordu. Bunlar hayaller olmaktan çıkıp, tek tek planlanabilir projelere dönüşmüştü artık. Çünkü ticaret yoluyla demir, taş ve kereste stokları artıyor; kale halkı da her gün biraz daha ustalaşıyordu.
Sanchi'nin mutfaktan gönderdiği hafif bir çorba kokusu, Ehter'in burnuna ulaştı. Çizimi bir süreliğine bırakıp omuzlarını gevşetti ve masadaki mum alevine bakarken derin düşüncelere daldı. Babası acaba hangi noktadaydı? Mektupta saraya dönmemesi gerektiği vurgulanmıştı. Belki de Kral Minho'nun hâlâ Ehter'e dair bir paranoyası vardı. Ama eğer Minho tam anlamıyla aklını kaybediyorsa, Conrackt Krallığı'nda işlerin nasıl ilerlediğini kestirmek zordu. Ehter, "Kralın bu hâlinden kimler faydalanıyor?" diye mırıldandı. Cevap basitti: Celenia. Kraliçe, Ehter'i sürgüne gönderen ve babasının tahtını eline almaya can atan biriydi.
Ama Ehter, sürgünle sınırlanmayacak kadar ilerlemişti. Sanor Kalesi, bir sürgün yeri değil, yeni bir merkeze dönüşüyordu. "Kim bilir," dedi kendi kendine, "belki bir gün, burada her şey yerine oturduğunda, Conrackt'a geri dönüp farklı bir hikâye yazabilirim." Buna dair kesin bir planı yoktu; ama insanların yavaş yavaş Sanor Kalesi'ne göç etmeye başlaması, Ehter'in elini güçlendiriyordu.
Avludan gelen seslerle birlikte Gadle ve Hannle'nin neşeli kahkahaları duyuldu. Muhtemelen yeni gelen bir ticaret kervanını karşılıyorlardı ya da "tekne sayısı altı oldu" diye seviniyorlardı. Tekne ekibi haftada bir pademia kasabasına gidiyor, su ürünlerinden kazandıkları mallarla kışa hazırlık yapıyorlardı. Bol bol tuz, tahıl, demir, bazen de kumaş, baharat gibi şeyler getiriyorlardı. Ehter, "Bu sürgün yerinin böyle parlamasını en son kim hayal ederdi ki?" diye düşündü.
Demirhane, atölye ve mutfağın yanında şimdi küçük bir eğitim odası bile oluşturulmuştu; birkaç okuryazar kişi, çocuklara ve meraklı yetişkinlere temel dersler veriyordu. Kadınlar ip dokumalarını geliştiriyor, ürettikleri ağ ve dokumalar ticarette bir "ek ürün" olarak sunuluyordu. Bu da sanor kalesinin itibarını arttırıyordu.
Ehter akşam yemeği saatine doğru laboratuvardan çıkıp avluya indi. Kasvetli gökyüzü, akşam üstünün hafif rüzgârıyla birleşmişti. Kalenin duvarlarında meşaleler teker teker yakılıyor, demirhanede dövülen metalin tiz sesleri durmak bilmiyordu. Etrafta koşuşturan çocuklar, işinden dönen balıkçılar, surlarda devriye gezen muhafızlar… Burası artık Ehter'in gerçek yurdu olmuştu.
Karşısına çıkan Hannle, "Efendim, pademia kasabasıyla yarın yeni bir anlaşma için sefer düzenlemek istiyoruz. Balık sandıklarını ve yeni üretilen dokumaları götüreceğiz. Karşılığında biraz demir ve belki de at nalı gibi ufak tefek şeyleri kapmak istiyoruz," dedi. Ehter, "Mükemmel, gidin," diye cevapladı. "Kaynaklarımız ne kadar çok artarsa, o kadar iyi. Teknelere dikkat edin, akıntı giderek güçleniyor bu mevsimde." Gadle de ekledi: "Merak etmeyin, kürekçilerimiz işi çözdü artık. Su ürünleri hasadımız da fazlasıyla iyi gidiyor."
Yemek vaktine yaklaştıklarında, Ehter, Sanchi'nin işlettiği büyük mutfağa uğradı. Kazanlarda pişen balık çorbası kokusu etrafa yayılıyordu. Sanchi "Hoş geldin, Ehter," diye selamladı. Eskiden "Efendim" derken şimdi sadece ismini kullanması, Ehter için normaldi. "Bugün yine kalabalık olacağız; Conrackt'tan gelen yeni aileler de misafirimiz. Onlara da yemek ayırdım," dedi Sanchi hafifçe gülümseyerek. Ehter, "Harikasın," diye karşılık verdi, "onlara iyi davran ki burada kalmaya ikna olsunlar. Kalenin nüfusu arttıkça, işlerimiz daha da büyür."
Kadın kısa bir an Ehter'i gözleriyle inceledi. "Demirhanede duman eksik olmuyor. Kirli işlere bulaştın mı bugün?" diye esprili bir tonla sordu. Ehter omzunu silkti. "Çok değil. Bugün laboratuvara gömüldüm, birkaç mekanik çizimle uğraştım." Sonra sessizleşti. Babasıyla ilgili haberlerin kafasında dönüp durduğu anlaşılıyordu ama bu konuyu kimseyle pek paylaşmıyordu. Sanchi bunun farkında olsa bile bir şey demedi, sadece önündeki tencereyi karıştırmaya devam etti.
Akşam yemeği vakti geldiğinde, avluda uzun bir masa kuruldu. Pek çok kişi orada toplanıp güle oynaya yemek yiyor, yanındakiyle sohbet ediyordu. Ehter masanın bir ucunda Hannle, Gadle ve birkaç kaleliyle oturuyordu. Sanchi gelip gidiyor, büyük kepçelerle çorba ya da balık servis ediyordu. Conrackt'a bağlı uç köylerden yeni gelen bir aile, önce tedirgin görünse de kısa sürede bu sıcak ortama uyum sağladı. "Nasıl böyle cıvıl cıvıl olabilir ki burası?" diye mırıldandı içlerinden biri, Ehter onlara uzaktan gülümsedi. "Geldiniz, görün. Burası artık sürgün değil, yeni bir hayat."
Gece ilerledikçe meşaleler daha da parladı, avlunun taş zemininde hafif bir soğuk rüzgâr esiyor, insanlar battaniyelere sarınıyordu. Ehter, bir an için laboratuvarına dönmeyi, kule çizimine ve mekanik çalışmalarına bakmayı düşündü ama aklını bunca şey meşgulken kendini yormamaya karar verdi. Yarın yine erken kalkacak, belki demirhanede ufak deneyler yapacak, Hannle ve Gadle'nin giderek incelen ticaret ağını gözden geçirecekti.
Bir yandan da krallıktaki olayları, babasının durumunu ve sarayda neler dönmüş olabileceğini aklından geçirdi. "Delilik" tanısı; Ehter oradayken bile Minho garip davranışlar sergilemezdi. Bu kadar hızlı kötüleşmesi tuhaftı. Gerçek bir hastalık mıydı, yoksa saray entrikalarının bir oyunu mu? Sürgünde olması bu sorulara cevap arayamayacağı anlamına geliyordu; ama yine de bir yolunu bulmak, gerçeği öğrenmek istiyordu. İçinde, "Bir gün geri döneceğim," diyordu. "Ve belki de babamı görüp gerçeği anlayacağım."
O gece, kalede uğultu çekildikçe avlu daha sessizleşti. Demirhanenin ocağı nihayet sönmeye yüz tuttu, mutfak kapandı, bekçiler surlara tırmandı. Ehter, gökyüzünde beliren yıldızları izleyerek nefes aldı. İçindeki çelişkiler ve büyüyen kale, Ehter'e tuhaf bir hayat sunuyordu. Bir yandan hür hissediyor, bir yandan babasının durumu nedeniyle çaresizliğini saklamaya çalışıyordu. Sanor Kalesi'nin taş duvarlarında yankılanan ayak sesleriyle birlikte, Ehter geleceğini inşa etmeye devam edecekti. Burası, sürgün olduğu kadar bir umuda da dönüşmüştü. Krallıkla bağları kopmamış, ama kendi krallığını kuruyor gibi hissediyordu.
Son sandık da boşaltılmış, herkes dinlenmeye çekilmişti. Yarın yeni bir ticaret kafilesi gelecekti. Belki de Ehter bir gün, Kral Minho'nun deliliğinin ardındaki sır perdesini aralamak için saraya geri dönmenin bir yolunu bulacaktı; ama bugün, kale surlarının güvenliği ve içindeki insanların iyiliği onun omuzlarındaki en büyük sorumluluktu. İç geçirdi, yıldızlara baktı ve hafif bir tebessümle gece sessizliğinde odasına çekildi. Pencereyi açıp serin havayı içeriye doldururken, "Yarın yeni bir gün," diye mırıldandı. "Hem kendim, hem de bu insanlar için."