Chapter 74: 12
Bunu kendi kendine fısıldar gibi söyledikten sonra, avludaki hareketlilik dikkatini çekti. İnsanlar günün yorgunluğunu atmaya çalışırken, bazıları hâlâ etrafı toparlamakla meşguldü. Ama Ehter'in aklı tamamen bir sonraki adıma geçmişti.
Daha fazla tekne yapılacaktı.
Ama kişi sayısı yeterli olmadığından bunları aynı anda yapmak mümkün değildi. En azından ilk tekneden alınacak sonuç, ilerleyen üretim süreci için de belirleyici olacaktı.
Ama en önemli şey, bu teknenin hemen işe koyulmasıydı.
Kale'nin kendi geçimini sağlaması gerekiyordu.
Balığa çıkmak, şu an için en mantıklı ve en çabuk sonuç verecek yöntemdi. Ancak bunun için basit ekipmanlar hazırlamak gerekiyordu.
Ehter, karşısında duran Hannle'ye dönerek doğrudan konuya girdi.
"İlk balık seferini yapacak kişi kim olacak?"
Hannle, bir an bile tereddüt etmeden öne çıktı.
"Ben yaparım, efendim." dedi, gözlerinde güven vardı. "Balıkçılık konusunda deneyimim var. Akıntıları, hangi bölgelerde hangi balıkların bulunabileceğini az çok bilirim."
Ehter hafifçe başını salladı. Hannle, tam da bu iş için biçilmiş kaftandı.
Ama tek başına olmazdı.
"Yanına en az iki kişi almanı istiyorum." dedi Ehter. "Bu bir keşif görevi gibi olacak. Eğer sorun çıkarsa, en azından yanında biri daha olmalı."
Hannle, kısa bir süre düşündü, ardından "Hator ve Thanar." dedi. "İkisi de suya aşina. Biri iyi kürek çeker, diğeri ise mızrak kullanmada yetenekli."
Ehter, iki adamın adını duyduğunda hafifçe gülümsedi.
"Güzel seçim." dedi. "Ama bir şeye ihtiyacınız olacak. Yalnızca kürekle ya da boş elle balık tutamazsınız."
Bu noktada, pratik ekipmanlar üretme meselesi devreye giriyordu.
"Basit ama etkili bir şeyler yapmalıyız." diye devam etti Ehter, şimdi tamamen plana odaklanmıştı. "File yapabiliriz. Ama elimizde hazır bir şey yok. Kumaş veya örgü için uygun ipleri sağlamalıyız."
Hannle kaşlarını çattı. "Şu an elimizde yeterli ip yok."
Ehter hafifçe başını salladı. "Öyleyse elimizde ne varsa, ona bakalım."
İlk aklına gelen şey, silah yapımında kullanılan malzemelerden faydalanmaktı.
Zıpkın yapabilirlerdi.
Kılıçlar, hançerler ya da basit kesici aletlerden zıpkınlara dönüştürülebilecek bir şeyler yapılabilirdi.
Thanar, konu açılınca "Uzun bir tahta sapı ve keskin bir uç, suyun içinde iyi iş görebilir." dedi. "Biraz denge sağlanırsa, suyun altında balığı vurmak o kadar da zor olmaz."
Hator ise file yapımına odaklandı.
"Örgü işi yapabilecek biri var mı?" diye sordu. "Eğer ipleri düğümleyebilirsek, en azından küçük çaplı bir ağ yapabiliriz."
Bu noktada, bazı kadınların yardım etmesi gerektiğini düşündüler. Kalede iplik işlerinden anlayan birkaç kişi vardı ve bunların yardımıyla ipleri bir fileye dönüştürmek mümkün olabilirdi.
Ehter, kısa bir süre düşündü ve "Tamam." dedi. "Bölüşelim. Thanar ve Hator, zıpkınlar ve kürekleri ayarlamakla ilgilensin. Hannle, file yapımı için kadınlarla görüşsün. Eğer bir çözüm bulabilirsek, sabaha ilk balıkçılık denemesini yaparız."
Hannle, "Anlaşıldı." dedi. "Gerekirse, ipleri daha sağlam hale getirmek için çam reçinesi kullanabiliriz. Suda çabuk çözülmesini önlemek için."
Ehter başını salladı. "İyi fikir."
Plan yavaş yavaş somut hâle geliyordu.
Bir yandan yeni teknelerin yapımı sürecek, bir yandan ise ilk tekneden verim almak için ilk balıkçılık denemesi yapılacaktı.
Eğer başarılı olurlarsa, kale için gıda kaynağı sağlanacak ve borç ödeme süreci başlayacaktı.
Başarısız olurlarsa?
Bunu düşünmenin sırası değildi.
Herkes kendi işine koyulurken, Ehter bir kez daha yaptığı plana güvenmek zorundaydı.
Celenia'nın içindeki öfke, göğsünde bir fırtına gibi dönüp duruyordu.
Kraliyet bahçesinde yürürken, dışarıdan bakıldığında sakin bir kraliçe portresi çiziyordu. Bir elini uzun dökümlü koyu mavi pelerinine yaslamış, diğer eliyle çiçek yapraklarını okşuyor, ara ara koparıp kokluyordu.
Ama iç dünyasında…
İç dünyasında alevler içinde yanıyordu.
Ne zaman Ehter'i, Sanor Kalesi'nde olduğunu düşünse, onun hâlâ nefes aldığını, hâlâ mücadele ettiğini bilse, bu düşünce onu deli ediyordu.
İhanet!
Minho, onu gerçekten sürgüne mi göndermişti, yoksa ödüllendirmiş miydi?
Celenia, gözleri bahçenin çiçekleri üzerinde gezinirken, içinden adeta kükrüyordu. O çocuğun sürgünü bir son olmalıydı. Onun orada köhne bir kale içinde çürüyerek yok olup gitmesi gerekiyordu.
Ama şimdi Pademia ile ticaret yaptığını, adam topladığını, hatta bir şeyler inşa ettiğini duyduğunda…
Bu onun için kabul edilemezdi.
Ne zaman işler istediği gibi gitse, Ehter her zaman bir şekilde ayakta kalıyordu.
Kraliçe, ellerini sıktı.
Tam bu sırada bahçenin girişine doğru göz ucuyla baktığında, iki muhafızın sürekli onu izlediğini fark etti.
Minho'nun adamları.
O günden beri…
Zandar'la yaptığı konuşmadan beri…
Minho'nun ona güveni sarsılmıştı. Ehter'in sürgünüyle ilgili söyledikleri, Kral'ın sinirini bozmuş ve aralarındaki büyük bir kavgayı ateşlemişti.
Ama Celenia geri adım atmamıştı.
Birkaç gün önce, Kral Minho'nun özel odasında…
Celenia, daha içeriye girerken öfkeli adımlarıyla varlığını hissettirmişti.
Minho, çalışma masasının başında oturuyor, önündeki kâğıtlara göz gezdiriyordu.
Kraliçe, kapıyı sertçe kapattığında Minho başını kaldırdı.
"Ne oldu, Celenia?" dedi, sesi soğuk ve ilgisizdi.
Kraliçe hızla yaklaştı.
"Ehter'i sürgüne mi gönderdin, yoksa ona bir krallık mı bahşettin?" diye sordu, sesi keskin bir bıçak gibi odanın içinde yankılandı.
Minho, kaşlarını kaldırdı.
"Ne demek istiyorsun?"
Celenia gözlerini kıstı, Kral'ın tepkisini ölçmek için yüzünü inceledi.
"Bunu senin bilginde mi yaptı?" dedi, dişlerinin arasından fısıldar gibi. "Sanor Kalesi'nde ticaret yapıyor, adam topluyor. Orada çürümeye terk edilmedi, Minho. Orada yaşıyor. Güçleniyor."
Minho'nun yüzü bir an boş bir ifadeye büründü.
Ama Kraliçe'nin gözlerinden kaçırdığı bir şey vardı.
Kral şaşırmış görünmüyordu.
Celenia'nın şüpheleri doğrulanmış gibiydi.
"Bundan haberin vardı, değil mi?" diye tısladı.
Minho, elindeki kalemi yavaşça masaya bıraktı ve yavaş bir hareketle ayağa kalktı.
"Bunu nereden öğrendin?" dedi, sesi derin ve otoriterdi.
Kraliçe, dudaklarını sıkarak kendini daha fazla tutamadı.
"Bana asıl sen söyle, Minho." dedi, sesi titrek ama öfkeliydi. "Sinnya'nın çocuğunu sürgüne mi gönderdin, yoksa ona arka planda bir şans mı verdin?"
Bu sözler, Minho'nun kaşlarının çatılmasına neden oldu.
"Sinnya'yı bu konuya karıştırma." dedi sertçe. "O öldü."
Celenia'nın gözleri nefretle parladı.
"Ama hâlâ kalbinde, değil mi?" dedi, sesi zehir saçan bir fısıltı gibiydi. "Onu hiçbir zaman unutmadın. O yüzden Ehter'i kayırıyorsun."
Minho'nun yüzü bir an gerildi.
"Saçmalama, Celenia."
"Öyle mi?" Kraliçe, yaklaşarak Minho'ya baktı. "Öyleyse neden benim oğlumu değil de onun oğlunu hayatta tutuyorsun?"
Minho'nun gözleri bir an için buz gibi soğuk bir ifadeye büründü.
Ve sonra…
Patladı.
"YETER!" diye bağırdı, sesi odanın taş duvarlarında yankılandı.
Celenia, ilk defa Minho'yu böyle sinirli görüyordu.
Kral'ın elleri yumruk olmuştu. Nefesi hızlanmış, yüzü öfkeden kızarmıştı.
"Sen!" diye kükredi. "Beni MI gözetliyorsun?"
Kraliçe geri çekilmedi.
"Senin bildiklerini öğrenmek istiyorum." dedi, gözleri hâlâ sertti.
Minho bir adım attı.
"Beni MI sorguluyorsun, Celenia?"
Kraliçe dişlerini sıktı. "Senin ne yaptığını bilmeye hakkım var."
Minho'nun yüzü daha da gerildi.
Ve sonra…
"Senin hareketlerin gözetim altına alınacak." dedi, sesi kısık ama sertti. "Benim hakkımda bilgi toplamaya çalışan biri… Kim olursa olsun, neyin peşinde olduğunu bilmeliyim."
Celenia'nın içine bir öfke dalgası yayıldı.
Ama o an, savaşamayacağını biliyordu.
Minho kararını vermişti.
Kraliçe, dişlerini sıkarak bir adım geri çekildi.
"Bunu bana yapamazsın." dedi sessizce.
Minho gözlerini kısarak "Yaptım bile." dedi ve ardından sert bir hareketle arkasını döndü.
Şimdi, Bahçede…
Kraliçe, geçmişte yaşanan bu olayları hatırladıkça, içindeki öfke daha da alevlendi.
Minho'nun kendisini gözetim altına aldırması… Sarayda muhafızlar tarafından izlenmesi…
Ama en kötüsü…
Ehter'in hâlâ hayatta olmasıydı.
"Buna izin vermeyeceğim." diye fısıldadı kendi kendine. "Ne pahasına olursa olsun."
Gözleri kararlı, dudakları ince bir çizgi hâlinde sıkılmıştı.
Bunu bir şekilde çözmek zorundaydı.
Ve bir plan yapmaya başlamıştı bile.
Kraliçe Celenia bahçede dolaşırken, içinde taşıdığı öfke gittikçe büyüyordu. Bir zamanlar sevdiği, yanında durduğunda içini huzurla dolduran adam artık gözlerinde bir düşmandan farksızdı. O, artık Minho'yu sevmiyordu. Hatta ona karşı hissettiği her şey, yerini bir nefrete, bir yok etme arzusuna bırakmıştı. İçindeki fırtına o kadar büyüktü ki, sanki bütün dünyayı yutabilecek kadar güçlüydü.
Bahçenin derinliklerine ilerlerken, çimenlerin üzerindeki ayak seslerini duyar duymaz düşüncelerinden sıyrıldı. Kafasını kaldırdığı an, oğulları Saric ve Meric'in ona doğru hızla koştuğunu gördü. Küçük bedenleri neşeyle ona yaklaşırken, yüzlerine yerleşmiş masumiyet, içindeki karanlığı kısa bir an için de olsa dağıttı.
Saric, annesine ulaştığında boynuna atıldı. "Anne!" diye seslendi, sesi şen ve mutluydu.
Kraliçe eğilerek oğullarını kollarına aldı, ikisini de sıkıca sararak onların kokusunu içine çekti. Minho'nun soyundan gelen bu çocuklar, onun en büyük silahlarından biriydi. Onların varlığı, taht için yürüttüğü bu savaşın bir parçasıydı. Ama şimdi, onları kucaklarken, o andan başka bir şey düşünmemeye çalıştı.
Muhafızlar uzaktan onları izliyordu. Kraliçe, oğullarını okşarken başını hafifçe kaldırıp göz ucuyla onları süzdü. Minho'nun emirleri gereği her adımını izlemekle görevlendirilmiş bu adamlar, hareketlerini kontrol etmek için buradaydılar. Ama bu, onun planlarını durduramazdı.
"Oğullarım," dedi yumuşak bir sesle, iki çocuğunun da yanaklarını okşayarak. "Biraz oyun oynayalım mı?"
Saric ve Meric hemen coşkuyla başlarını salladılar. "Evet!" diye bağırdılar, gözleri ışıldıyordu.
Kraliçe, elinden gelen en doğal hareketleri sergileyerek çocukları bahçenin geniş çimenlik alanına doğru yönlendirdi. Burada, kimsenin en küçük ayrıntıları fark edemeyeceği kadar hareketli bir oyun oynayacaktı.
Koşuşturmaya başladılar. Kraliçe çocukları kovalıyor, sonra onlar dönüp onu yakalamaya çalışıyordu. Çimenlerin üzerinde yuvarlanırken, neşeli kahkahalar havaya karışıyordu. Ama Celenia'nın asıl hedefi çok daha farklıydı.
Çocukları yoğururcasına oynarken, arada bir Saric'i altını ıslatmış gibi göstererek ona temas ediyordu. Ellerinin arasından hızlıca, kimsenin fark edemeyeceği bir şekilde donunun içine gizlenmiş küçük kutuyu aldı. Hareketi o kadar ustaca ve hızlıydı ki, çimenlerin üzerinde kahkahalar atarken kimse tek bir şeyin bile farkına varmadı.
Eline geçen küçük kutuyu avucunun içinde sıkarak yumruk şeklinde tuttu. Sonra, eğilip oğlunun kulağına hafifçe fısıldadı, "Şaka yaptım!"
Saric bir an afallasa da, annesinin gülümsemesiyle rahatladı. Küçük çocuk hızla ayağa kalkarken, kraliçe elindeki kutuyu elbisesinin katları arasına kaydırdı. Tek bir göz bile bu hareketi görmemişti.
Bir süre daha çocuklarla oynadı, onlara masum bir ebeveyn gibi görünmeye devam etti. Her hareketi, doğallıkla örtülü bir planın parçasıydı. Zamanı geldiğinde, minik adımların büyük sonuçlara dönüşmesi kaçınılmaz olacaktı.
Sonunda, yavaşça ayağa kalktı ve ellerini kaldırarak nefes aldı. "Pekâlâ, yoruldum!" dedi, hafif bir yorgunluk taklidi yaparak. "Şimdi sizi odalarınıza götürme vakti geldi."
Çocuklar biraz mırın kırın ettiler ama annelerinin onları ellerinden tutarak içeriye götürmesine itiraz etmediler.
Kraliçe, onları odalarına götürürken, her adımını dikkatle planlıyordu. Merdivenleri çıkarken, muhafızların hâlâ peşinde olduğunu biliyordu ama umursamaz bir şekilde çocuklarla ilgileniyormuş gibi davranmaya devam etti.
Sonunda, Saric ve Meric'i odalarına yerleştirdi, onları hafifçe öptü ve "Tatlı rüyalar," dedi.
Kapıyı yavaşça kapattığında, yüzündeki sıcak tebessüm yavaş yavaş silindi. İçindeki karanlık geri dönmüştü.
Hızla kıyafetinin içinde sakladığı kutuyu kontrol etti. Hâlâ oradaydı. İçinde, Cherten'in onun için saraya soktuğu özel toz vardı.
Bu toz, Kraliçe'nin en büyük hamlelerinden biri olacaktı. Ne olduğunu, nasıl kullanılacağını biliyordu. Ama onu kullanmak için doğru anı beklemeliydi.
Şimdi, sıradaki adımı gerçekleştirmek için Kral'ın çalışma odasına girmek için bir fırsat kollaması gerekiyordu.
Çünkü Kral Minho'nun sonunu başlatacak adım, bu gece atılacaktı.
Kraliçe Celenia, peşindeki muhafızları atlatmak zorunda olduğunu biliyordu. Bunu tek başına yapması imkânsızdı; bir oyalama gerekiyordu. Ve bu konuda ona yardım edebilecek tek kişi Zandar'dı.
Önce onun nerede olduğunu bulmaya çalıştı. Odasında olmadığı belliydi. Muhafızlardan birine döndü, gözlerini hafifçe kısmıştı.
"Prens Zandar nerede?" diye sordu, sesi sakin ama sertti.
Muhafız hafifçe dikleşerek cevap verdi. "Talim alanında, Majesteleri."
Celenia, bunu duyunca kaşlarını hafifçe kaldırdı.
Talim alanına gitmeyecekti.
Orada fazlasıyla dikkat çekerdi, üstelik muhafızları başından atamazdı. Bunun yerine, en iyisi odasına çekilip beklemekti.
Dönüp odasına ilerledi, kapıyı sessizce kapattı.
Birkaç dakika boyunca odada yürüdü. Ellerini birbirine kenetlemiş, kendi kendine mırıldanıyordu.
"Minho, seni nasıl bu hâle getirdiler? Eskiden farklıydın. Eskiden beni dinlerdin. Eskiden, o kadının hayaletiyle değil, benimle yaşardın..."
Gözleri boşluğa dikilmişti.
Birden, kapıya yöneldi ve hızla açarak dışarı çıktı. Koridorda ilerleyen hizmetli kadınlardan birine eliyle işaret etti.
"Bana Prens Zandar'ı getirin. Hemen."
Kadın hafifçe irkildi, başını hızla eğerek emri aldı ve aceleyle uzaklaştı.
Celenia, kapıyı tekrar kapattı ve içeri döndü.
Beklerken parmaklarını birbirine sürtüyor, zihninde planlarını gözden geçiriyordu.
Bu işi hızlıca halletmesi gerekiyordu.