ZEVK SARAYI

Chapter 73: 11



Sanor Kalesi'nde günler birbirini kovalarken, kereste yığınları yavaş yavaş birer yapı hâline gelmeye başlamıştı. Avlunun bir köşesinde düzenli bir istif oluşturulmuş, işin başında olanlar hangi parçaların ne için kullanılacağı konusunda titiz davranıyordu. Ahşap kokusu, talaş tozu ve nehirden gelen hafif esinti, kaleye yayılan yeni bir düzenin işaretleriydi.

 

Ehter, başta sadece planları kontrol edip süreci yönlendirmeyi düşünmüştü, ama zaman geçtikçe işin içine doğrudan katılmaktan kendini alıkoyamamıştı.

 

Sabah erkenden atölye olarak kullanılan alana indiğinde, adamları ellerinde keskiler, testereler ve çekiçlerle yoğun bir şekilde çalışıyordu.

 

Hannle, bir kalasın üzerine eğilmiş, bir ucunu ölçerken Gadle da birkaç adamla birlikte tahtaları birleştirme işindeydi.

 

Ehter, kollarını sıvayarak doğrudan işin içine girdi. "Şu orta gövdeyi biraz daha geniş tutmalıyız." dedi, gözlerini hazırlanan ilk tekne gövdesine dikerek. "Eğer nehirdeki akıntıya dayanacaksa, sağlam omurgaya ihtiyacımız var."

 

Hannle başını kaldırarak, "Bütün yükü buraya mı vereceğiz?" diye sordu, elleri hâlâ ahşap kalası tutuyordu.

 

Ehter kısa bir süre düşündü. Sanor Kalesi'nden açılacak ilk teknelerin sadece balıkçılık için değil, ticaret için de kullanılabileceğini biliyordu. Daha büyük, dayanıklı yapılar olmalıydılar.

 

"İkiye bölüp destek ekleyelim." dedi sonunda. "Eğer dengeli olmazsa, suya indiğinde ters dönebilir."

 

Gadle hafifçe gülerek "Demek suya indiklerinde de bizimkileri takip etmeye devam edeceksin?" diye sordu.

 

Ehter kaşlarını hafifçe kaldırarak hafifçe gülümsedi. "Eğer yaşamak istiyorsak, her şeyi iki kez kontrol etmek zorundayız."

 

Birkaç adam gülümseyerek başlarını salladılar. Ehter'in yönetimi başlarda onlara tuhaf gelse de, şimdi yavaş yavaş onun işlerine nasıl titizlikle yaklaştığını anlamaya başlıyorlardı.

 

Bir süre boyunca herkes işe odaklandı. Çekiç sesleri, tahta parçalarının birbirine çarpma sesleri ve arada yankılanan emirler, avluyu bir inşaat alanına çevirmişti.

 

Ama ne kadar dikkatli olurlarsa olsunlar, bazı şeyler eksikti.

 

Ehter, gölgelik bir alanda oturup çizimlerinden birini incelerken, Gadle bir parça tahta alıp yanına oturdu.

 

"Eski teknelere ne oldu?" diye sordu. "Belki onların parçalarını kullanabiliriz."

 

Ehter başını kaldırdı. Bu fikir birkaç gün önce de aklına gelmişti. Kalenin suya yakın bölgelerinde eski teknelerin olabileceğini düşündükleri bazı alanları araştırmışlardı. Ama sonuç pek iç açıcı değildi.

 

"Öyle bir şey bulabilseydik çoktan söküp kullanırdık." dedi, kaşlarını hafifçe çatıp önündeki çizime tekrar baktı. "Ama elimizde olanlar çürümüş, kırılmış veya onarılamayacak kadar kötü durumda."

 

Hannle, ileride çalışan adamlardan birine seslendi.

 

"Hey, Tevron! Son gittiğin yerde ne bulmuştunuz?"

 

Tevron, çekiçle bir tahtaya çiviyi sağlamlaştırdıktan sonra kafasını kaldırdı.

 

"En iyi durumda olanlar bile suya indiğinde hemen dağılacak kadar kötüydü." dedi. "Zamanında bakım yapılmamış. Eğer kullanılabilir bir şey istiyorsanız, her şeyi baştan yapmak zorundayız."

 

Ehter başını sallayarak iç geçirdi. Kolay olmayacağını biliyordu. Ama şimdi ellerindekilere odaklanmalıydılar.

 

"O hâlde en sağlamları biz yapacağız." dedi, gözlerini işleyen adamlara çevirerek. "Bu tekneler sadece hayatta kalmak için değil, geleceğimizi inşa etmek için de kullanılacak."

 

Bu sözler, etraftaki adamların ilgisini çekti. Kimisi başını salladı, kimisi gülümsedi.

 

Ehter, bu insanların kendilerine ait bir gelecekleri olduğuna inanmalarını sağlamalıydı.

 

Ve bunun için önce bu tekneleri tamamlamaları gerekiyordu.

Gün boyunca, çekiç sesleri, testerelerin tahtayı keserken çıkardığı tiz uğultular ve insanların hareketleriyle Sanor Kalesi adeta bir inşaat alanına dönüşmüştü. Yoğun emek ve dikkat gerektiren iş, yavaş yavaş bir sonuç vermeye başlamıştı.

 

İlk teknenin iskeleti neredeyse tamamlanmıştı. Ama hâlâ tam anlamıyla güvenilir değildi. Çiviler daha iyi sabitlenmeli, dış kaplama tamamen oturtulmalı ve son testler yapılmalıydı.

 

Ehter, ellerini beline koyup, ter içinde kalmış işçileri ve bitmek üzere olan tekneyi süzerek derin bir nefes aldı.

 

"Neredeyse tamamız." dedi, gözleri tahtanın birleşim noktalarında geziniyordu. "Ama yarına kadar her şeyi iki kez kontrol etmemiz gerekecek."

 

Gadle, bir yandan ellerindeki malzemeyi gözden geçirirken, diğer yandan omzunu silkip "En azından suya indiğinde batmayacak kadar sağlam olduğuna emin olmalıyız." dedi.

 

Hannle ise, eliyle tahtaya vurup çıkan sesi dinleyerek başını salladı. "Birkaç düzeltme dışında iyi görünüyor. Ama sabaha kadar çalışırsak hata yaparız. Yorgun zihinler ve eller hata yapar, efendim."

 

Ehter, kısa bir süre düşündü, sonra başını sallayarak "Haklısın." dedi. "Bırakalım, sabah taze bir başlangıç yapalım."

 

O sırada, avlunun kenarından bir grup kadın büyük su testileri ve bir tepsi yiyecekle içeri girdi.

 

Aralarından biri, sıcak ekmek ve kurutulmuş etlerden oluşan tepsiyi yere koyarak, "Bütün gün burada çalışıyorsunuz, en azından bir şeyler yiyin." dedi.

 

İçlerinden bir başkası, elindeki büyük su testisini yavaşça yere bırakarak ekledi: "Susuzluktan öleceksiniz, biraz su içmeden olmaz."

 

Adamlar çalışmayı bırakıp yavaş yavaş yiyeceklerin ve suyun çevresinde toplanırken, güneş de batmaya başlamıştı.

 

Gökyüzü, kızıl ve turuncunun muhteşem bir tonuna bürünmüştü. Nehrin kıvrıldığı uzak bölgede, yavaşça dalgalanan sular güneşin son ışıklarını yansıtıyordu.

 

Herkes ter içinde, ama tatmin olmuş bir hâlde yere oturdu.

 

Bir süre boyunca sadece yemeklerini yediler ve susuzluklarını giderdiler. Gün boyunca gösterdikleri emeğin ağırlığı üzerlerine çökmüş, ama aynı zamanda bir tatmin duygusu da içlerine yerleşmişti.

 

Sonunda, biri konuyu açtı.

 

"Peki, bu tekneleri nehre nasıl götüreceğiz?" diye sordu Gadle, ağzındaki ekmeği çiğnerken.

 

Hannle da başını sallayarak ekledi. "Evet, şu an burada tamamlamak iyi hoş ama en zor kısım bu olacak."

 

Ehter, kollarını bağlayarak "Bunu düşündüm." dedi. "Ama birkaç fikrim var."

 

Gadle, hafifçe gülerek "Elbette düşündün." diye karşılık verdi.

 

Ehter gözlerini devirmeden edemedi ama devam etti. "Bildiğiniz gibi, kale eskiden ticaret yolları için kullanılıyordu. Bu yüzden, bir zamanlar buradan doğrudan nehire bağlantı sağlayan bir yol olmalı."

 

Hannle, kafasını hafifçe yana eğerek düşündü. "Ama bildiğimiz kadarıyla böyle bir yol yok."

 

Ehter, parmağını hafifçe kaldırdı. "Gördüğümüz kadarıyla yok." diye düzeltti. "Ama bu, onun olmadığı anlamına gelmez."

 

Birkaç kişi birbirine baktı.

 

"Bir ihtimal…" dedi Hannle, gözlerini kısıp. "Mahzenlerin alt kısımlarında bir çıkış olabilir."

 

Ehter başını salladı. "Eğer böyle bir yol bulamazsak, o zaman diğer seçeneğe bakacağız."

 

Gadle, kollarını kavuşturarak "Diğer seçenek ne?" diye sordu.

 

Ehter hafifçe gülümseyerek "Taşımak." dedi. "Eğer nehire doğrudan bir yolumuz yoksa, tekneleri ağır kütükler ve halatlar yardımıyla yuvarlayarak taşıyabiliriz."

 

Birkaç kişi başlarını salladı. Bu mantıklıydı ama çok fazla iş gerektiriyordu.

 

"O kadar uzun yolu nasıl taşıyacağız?" diye sordu içlerinden biri. "O kadar kütüğü nasıl ayarlayacağız?"

 

Ehter, hafifçe gülümseyerek ekledi: "İşte bu yüzden yarınki işimiz bitmekle kalmayacak, aynı zamanda bir çözüm bulmamız gerekecek."

 

Hannle, başını sallayarak "Bu, geceyi uzun düşüncelerle geçireceğimiz anlamına geliyor." dedi.

 

Gadle hafifçe güldü. "Eh, en azından aç değiliz."

 

Herkes hafifçe gülümseyerek başlarını salladı. Gece ilerledikçe, hava hafif serinlemeye başlamış, Sanor Kalesi'nde yeni bir umut doğmuştu.

 

Tekneler suya indirildiğinde, bu sadece bir taşımacılık başarısı olmayacak, aynı zamanda bu insanların kaderlerinin değişmeye başladığını gösterecekti.

 

Ve yarın, bu büyük adımın son dokunuşlarını yapacaklardı.

Ehter, mum ışığında oturduğu tahta masanın üzerinde duran açık kitaba göz gezdirirken, dışarıda rüzgârın uğultusu duyuluyordu. Kalenin eski, onarılmış pencerelerinin arasından gelen soğuk hava, içeriye ince bir sızı gibi süzülüyordu. Ahşap duvarlarda gölgeler titrek bir şekilde dans ederken, sarımtırak ışık, mumun kenarlarında eriyen balmumunun yavaşça aşağı süzülmesini izlercesine ağır bir ritimle odanın içini kaplıyordu.

 

Kitap, daha önce Vector'ın ona getirdiği eserlerden biriydi. Gözleri sayfalarda geziniyordu ama aklı takılıp kalmıştı: Cam.

 

Kitap, güneş ışığını kullanarak cam denen maddenin yansıtılabileceğini, hatta farklı şekillerde kullanılabileceğini anlatan bir bölüm içeriyordu. Cam…

 

Bu madde, ona hiç bu kadar ilgi çekici gelmemişti. Daha önce camın kullanıldığı yerleri duymuştu ama hiç yapmamıştı, hiç denememişti.

 

Cam, bir şeyleri görmeyi sağlıyordu ama aynı zamanda bir şeyi koruyarak içeriye ışık alıyordu. Bir bariyer, bir pencere, bir araç…

 

Bunu yapmayı öğrenebilirse, belki de bu kaleyi daha yaşanabilir hâle getirmek için bir şans yakalayabilirdi.

 

Düşüncelerinin arasına aniden bir kapı sesi karıştı.

 

Gözlerini kitaptan kaldırdı ve hafifçe kaşlarını çattı.

 

"Hannle ya da Gadle olmalı." diye düşündü. Belki de tekne yapımıyla ilgili bir şey söylemeye gelmişlerdi.

 

Ama kapının arkasından gelen ses, onun beklentisini boşa çıkardı.

 

"Efendim, bir ihtiyacınız var mı?" dedi yumuşak ama net bir kadın sesi. "Sıcak bir şeyler içmek ister misiniz?"

 

Kapının arkasında duran kadın, koyu kestane rengi saçlarını sıkı bir örgüyle toplamış, üzerine basit ama düzgün dikilmiş krem renkli bir elbise giymişti.

 

Bu Sanchi idi. Kaledeki kadınlardan biri.

 

Ehter, gözlerini kitaptan kaldırıp hafifçe gülümsedi.

 

"Teşekkürler, Sanchi, gerek yok." dedi, hafifçe başını sallayarak. "Her türlü malzemeyi kazanç elde edene kadar tutumlu kullanmamız gerekiyor."

 

Kadın, başını itaatkâr bir şekilde eğerek çıkmak için döndü.

 

Ama Ehter, tam çıkarken seslendi.

 

"Sanchi."

 

Kadın, hafifçe irkilerek duraksadı, ardından hızla geri döndü.

 

"Buyurun, efendim?"

 

Ehter, bir an düşündü. Sonra yavaşça elini kitaba koyarak başını hafifçe kaldırdı.

 

"Gelebilir misin, lütfen?"

 

Kadın, hafifçe şaşırsa da tereddüt etmeden içeriye adım attı.

 

Odaya girdiğinde, mum ışığında yansıyan ahşap masayı, kitapları ve odayı çevreleyen düzensiz ama ilginç nesneleri süzdü.

 

Ehter, önündeki kitaba dokunarak sayfalardan birini açtı ve ona uzattı.

 

"Şuna bir bak."

 

Sanchi, hafifçe masaya eğilip kitabın sayfasına baktığında, çizilmiş nesneler ve uzun paragraflar gördü.

 

Bir süre boyunca, neye baktığını anlamaya çalıştı.

 

Gözleri yazılar arasında gezindiğinde, çerçeveli bir maddeyi anlatan metinleri fark etti.

 

Ehter, kadının dikkatini fark edince sordu.

 

"Bir fikrin var mı? Cam denen şeyi hiç gördün mü?"

 

Sanchi, şimdi daha da şaşkın bir hâlde başını kaldırıp ona baktı.

 

Hem bu ilginç konudan dolayı, hem de Prens Ehter'in ona gerçekten bir şey sormasına şaşırmıştı.

 

Bir an sessizlik oldu.

 

Sonra hâlâ biraz çekingen bir sesle cevap verdi.

 

"Efendim…"

 

Ama Ehter, başını iki yana sallayarak sözünü kesti.

 

"Ben efendin değilim." dedi, sesi hafif ama kesindi. "Dost, arkadaş, herhangi biri olabilirim. Ama burada kimse efendi değil. Eşitiz. Anladın mı?"

 

Bunu söylerken, elini hafifçe kadının omzuna koydu.

 

Sanchi, hafifçe nefes aldı ama geri çekilmedi.

 

"Tamam, o hâlde." dedi, hafifçe gülümseyerek.

 

"Bu şeylerden daha önce görmedim ama gerçekten ilginç bir madde olduğu kesin. Güneşle olan etkileşimi ve yapabilecekleri…"

 

Ehter, başını sallayarak "Evet, haklısın." dedi. "Belki bildiğin bir şey vardır diye sordum. Teşekkür ederim."

 

Bunu söylerken, hafifçe kadının sırtına dokundu.

 

Sanchi, bir anlığına farklı şeyler düşündü.

 

Bu adam gerçekten farklıydı.

 

Diğer yöneticiler gibi emir veren biri değildi. İnsanlarla eşit şekilde konuşuyordu, onları dinliyordu.

 

Ve bu ona karşı duyulan hayranlığı giderek artırıyordu.

 

Sanchi, hafifçe başını eğerek, "Ben teşekkür ederim, E—" dedi, ama kendisini düzeltti.

 

"…Ehter."

 

Ehter hafifçe gülümseyerek "Peki, gidebilirsin." dedi.

 

Kadın, birkaç saniye daha orada durdu.

 

Sonra hızla toparlandı, hafifçe reverans yaparak kapıya yöneldi ve sessizce odadan ayrıldı.

 

Kapı kapandığında, Ehter derin bir nefes aldı.

 

Sanchi'nin bakışlarını fark etmişti. Ama bu, onun umursadığı bir şey değildi.

 

O sadece bilgiyi paylaşmak ve düşüncelerini netleştirmek istemişti.

 

Tekrar masaya oturdu. Kitaba geri döndü.

 

Ve bu sefer, cam ile ilgili tarifleri daha dikkatli inceledi.

 

Bunların pratikte nasıl uygulanabileceğini düşünerek, gecenin ilerleyen saatlerinde mum ışığında okumaya devam etti.

 

Bir süre sonra, kitabı kapattı.

 

Ama zihni hâlâ çalışıyordu. Tekneler… Cam… Kaynaklar…

 

Ve bu düşünceler arasında, gözleri ağırlaştı ve masanın üzerine yaslanarak uykuya daldı.

 

Gecenin sessizliği, onun zihnindeki fırtınayı yatıştırıyordu.

Ehter, sabahın erken saatlerinde gözlerini açar açmaz, aklındaki fikirlerin sabırsızca onu beklediğini hissediyordu. Geceden kalma düşünceler, cam ve tekneler üzerine yaptığı tasarımlar, şimdi yeni bir plana evriliyordu. Kendisini öylece yatakta tutmak mümkün değildi. Hızla üzerindeki hafif örtüyü kenara savurdu, ayağa kalkıp paldır küldür giyinerek kalenin iç koridorlarına daldı.

 

Kalenin ilk katına indiğinde, geniş taş duvarlar arasında yankılanan ayak sesleri durakladı. Karşısında birkaç kadının kendi aralarında fısıldaşarak konuştuklarını fark etti. Kadınlar onu görünce bir an durdular, sanki gizli bir şeyi paylaşıyorlarmış gibi bir tedirginlik yaşadılar. Ehter ellerini hafifçe kaldırıp gülümsedi:

 

"Devam edin lütfen, benim yüzümden susmayın," dedi. Sonra, "Sizin işinizi böldüysem kusura bakmayın," diye ekledi, gözlerinde özür dileyen bir ifade belirmişti.

 

Kadınlar, onun samimi tavrı karşısında rahatlayarak hafifçe gülümsediler ve konuşmaya devam ettiler. Ehter ise onların yanından hızla geçip kalenin büyük çıkış kapısını arıyordu. Tam o esnada, mutfak bölümünden çıkan Sanchi'yle göz göze geldi. Kadın, Ehter'in telaşını fark edip kendini geri çekti, yolunu açtı. Ehter ona selam verir gibi başını eğdi ve hızla avluya çıktı.

 

Avluda birkaç kişi henüz yeni uyanmış, kimisi erkenden teknelerin başına geçmişti. Kalenin harabe dış duvarlarını geçerek nehir tarafına giden engebeli patikayı gözüne kestirdi. Muhafızlar, sabahın bu saatinde onun böyle bir aceleyle dışarı çıkışına şaşırmış gibiydi. Aralarından biri elindeki mızrağı hafifçe sıkarak "Efendim, nereye böyle?" diye sordu. Ehter gülümseyerek başını salladı:

 

"Bir şeyler kontrol edeceğim. Merak etmeyin."

 

Yine de iki muhafız arkasına takıldı. Ehter'in yanına yetişmeye çalışırken, aralarında kısık sesli bir konuşma geçtiğini duyabiliyordu. Nehir tarafına doğru ilerledikçe, avlunun taş zeminini geride bıraktılar ve irili ufaklı kayaların, çalılıkların arasından geçmeye başladılar. Ufukta Hannol Nehri gri mavi bir ışık gibi akıyordu. Kaleyle nehir arasındaki mesafe pek uzak sayılmazdı, tahminen dört yüz metre kadar bir düzlüğü ve ardından hafif bir eğimi geçmek gerekiyordu.

 

"Bu hiç de fena değil," diye mırıldandı Ehter kendi kendine. "Ama öylece inip çıkmak da zor olur…"

 

Tam o sırada Hannle nefes nefese arkadan yetişti. "Efendim… sabahın bu saatinde neyin peşindesiniz?" diye sordu, hafif alayla gülümseyerek. Yüzünde uykusunu tam alamamış bir ifade vardı.

 

Ehter, nehirle kale arasındaki mesafeyi eliyle işaret etti: "Mahzenlerde bir şey buldunuz mu?"

 

Hannle şaşkın bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı: "Kapatılmış bir duvar var; su tüneli olarak kullanılan bir alan gördük. Şurayı" diyerek kalenin güneydoğu ucunu işaret etti, "kazarsak belki nehre açılan bir yol çıkabilir. Sanırım eskiden de kullanılmış olmalı."

 

Ehter, bir an daha dikkatle baktı. Bu duvar, su tüneli… Hepsi mantıklı geliyordu ama içinde başka bir proje filizlenmişti. "Aslında tüneli açarsak tekneyi oradan geçirmek mümkün olur, değil mi?"

 

Hannle başını salladı: "Olabilir, ama tekneyi avludan alt kata indirip oradaki dar geçitleri aşmak… epey zorlayıcı. Sırf bunu yapmak için koca tekneyi parçalayıp orada yeniden birleştirmemiz gerek."

 

Ehter gülümsedi: "O kadar zahmete girmeyeceğiz. Başka bir fikrim var." Bir an durdu, ardından gözlerini kısarak güneydoğuya, nehirle kale arasındaki yamaca baktı. "O tüneli belki ileride farklı bir şekilde kullanacağız. Mesela sığınak, depo ya da su hattı gibi…"

 

Adamlar şaşırdılar. Gadle ve birkaç kişi daha Ehter'in peşine yetişmişti, merakla onun dediklerini dinliyordu. Ehter'in yüzünde o kendine özgü heyecanla parlayan bakış belirdi:

 

"Bakın," diyerek eliyle kalenin surlarını ve aradaki düzlüğü gösterdi. "Gelecekte bu kaleyi gerçekten büyütecek ve savunma olarak güçlendireceksek, sadece dar bir su tüneline ihtiyacımız yok. Bir kanal, bir koruma hattı düşünün. Hem suyu hem teknelerimizi kullanabileceğimiz geniş bir kanal!"

 

"Bir… kanal mı?" diye sordu Gadle, gözlerinde inanmaz bir ifadeyle.

 

"Evet." Ehter eliyle kabaca bir çizim yapar gibi havada hareketler yaparak anlattı: "Nehrin akış yönüne uygun şekilde bir kanal kazacağız. Kalenin surlarından içeriye kadar uzanacak. Derin ve geniş olacak. Bu kanal hem içeriye teknelerle rahatça girmemizi sağlayacak, hem de kale etrafında bir su hattı oluşturarak savunmayı kolaylaştıracak."

 

Bu sözler kalabalıktan birkaç kişiyi iyice şaşırttı. "Bunca toprak nasıl kazılacak?" diye mırıldanan biri oldu. Bir diğeri ise "Bu kadar insan gücümüz yok ki, devasa bir iş!" dedi.

 

Hannle ise Ehter'in eline, gözlerine bakarak bir süre düşündü. "Uçuk bir fikir gibi görünüyor, ama gerçekleşirse müthiş olur."

 

Ehter içini çekip gülümsedi: "Uçuk veya değil, eğer bu kaleyi gerçekten kalıcı ve güçlü bir yer hâline getirmek istiyorsak, sıradan düşünemeyiz." Sonra, topluluğa dönerek konuştu: "Bu işi bugün, yarın yapmayacağız. Önce teknelerimizi suya indirecek basit bir yol bulacağız. Ama gelecekte? O kanal, belki de kalemizin en büyük güvencesi olacak. Ticaret ve savunma aynı anda ilerleyecek."

 

Etrafındakiler bir an sessiz kaldı. Kimisi Ehter'e hayranlıkla bakıyor, kimisi ise hâlâ şüpheli gözlerle onu süzüyordu. Birkaç dakika daha birbirleriyle fısıldaşıp Ehter'in bu fikrini değerlendirdiler. Sonunda Hannle, diğerlerine dönerek "Bu plan, kaleyi korumak için gerçekten akıllıca," diye mırıldandı. "Üstelik tekne taşımak ve ticaret konusunda da büyük kolaylık sağlar."

 

Bir başkası da "Savaş çıkarsa su kanalı düşman girişini engelleyebilir, ama bu kadar büyük bir projeyi kim finanse edecek? Nasıl olacak?" diye sordu.

 

Ehter omuzlarını hafifçe kaldırdı: "Biraz kaynak bulmamız gerekecek, doğru. Ama zaten adım adım ilerleyeceğiz. Önce şu tekneleri suya indirelim. Avludan nehre taşımak için kütüklerle, halatlarla bir yol yapacağız. İlerideyse bu düşünceyi gerçeğe dönüştürürüz."

 

Adamlar ve kadınlar birbirine bakıp başlarını salladılar. Planın büyüklüğü göz korkutuyordu ama Ehter'in cesur atılımları onlarda tuhaf bir güven hissi uyandırıyordu. "Bu adam neye el atsa, bambaşka bir şeye dönüştürüyor" diye fısıldayanlar oldu.

 

Ehter, yüzünde kararlı bir ifadeyle nehre bir kez daha baktı. Kafasında, "cam yapımı" fikriyle birleşen bir gelecek tasarısı vardı: Kendi ışığını kendisi yaratan, savunması ve ticareti dengeli bir kaleye dönüşmek… Mümkün müydü? Kim bilir. Ama "denemeden asla bilemeyiz," diye düşündü içinden.

 

Sonunda, kalabalığa dönüp "Haydi," dedi. "Günün geri kalanında tekneyi nasıl indiririz, ona bakalım. Yarın sabah işe koyulacağız."

 

Hannle, Gadle ve diğerleri başlarını sallayıp Ehter'i takip etmeye başladılar. Kimsede eski umutsuzluk kalmamış gibiydi. Şimdi yeni bir hayalin, belki de geleceğin parçası olduklarının bilincine varıyorlardı. Gökyüzündeki bulutlar hafifçe dağılırken, Hannol Nehri kıyısından esen rüzgâr saçları uçuruyor, yüreklerindeki umudu tazeliyordu.

Öğleden sonra güneş, kalenin taş duvarlarına eğik bir açıyla vururken, avlunun ortasında hummalı bir çalışma devam ediyordu. Günler süren çabanın ardından, nihayet ilk tekne bir şekil almıştı. Baştaki kaba hâlinden sıyrılmış, artık bir taşıma ve balıkçılık aracı olarak kullanılabilecek kadar tamamlanmış görünüyordu. Gövdesi sağlam, tabanı düz ve yanları kıvrımlıydı.

 

Ama şimdi en büyük mesele onu suya indirmekti.

 

Etrafında toplanan adamlar, tekneyi nasıl taşıyacaklarını düşünerek hafifçe homurdanmaya başladılar. İçlerinden biri "Bunca ağırlığı nasıl 400 metre taşıyacağız?" diye sordu, yüzünü buruşturarak. "Bu odun yığını nehir kenarına kadar bizi öldürür."

 

Bir diğeri kollarını kavuşturup hafifçe iç çekti. "Daha büyük işler yapacağız diyorduk ama daha tekneyi taşımak ölüm gibi geliyor."

 

Gadle, ellerini beline koyarak hafifçe güldü. "Sanırım prensin 'ilk adımlar her zaman zor olur' lafı gerçekmiş."

 

Ehter, biraz ileride durmuş, gözlerini kalenin nehire bakan hafif eğimli arazisine dikmişti. Hafif eğimli olması, en azından bu sürecin biraz daha kolay olacağı anlamına geliyordu. Burada tamamen dümdüz bir arazide olmak yerine yerçekimini biraz olsun kullanabileceklerdi.

 

"Zor olacak, ama mümkün." dedi Ehter, gözlerini adamlara çevirerek. "Ayrıca, bunu yapmak zorundayız. Çünkü eğer başaramazsak, diğer tekneleri bile düşünmemize gerek kalmaz."

 

Hannle başını sallayarak Ehter'in yanına geldi. "En azından biraz hız kazandıracak yöntemlerimiz var." dedi. "Ağır yük taşırken kullanılan silindirik kütükleri kullanabiliriz. Teknelerin altına koyarız, birer birer ilerleyerek kaydırabiliriz."

 

Bu fikir herkesin hoşuna gitti. Basit ama etkiliydi. Birkaç adam hızlıca kaleden sağlam odun kütüklerini getirdi. İlk denemeyi yaptıklarında, tekne gerçekten de hareket etmeye başlamıştı.

 

Ama işçilerin gücü olmadan hareket etmesi imkânsızdı.

 

"Hadi bakalım, şimdi gerçekten işe koyuluyoruz!" diye bağırdı Hannle.

 

Yaklaşık on iki kişi halatlarla tekneyi kavrayarak hafifçe yukarı kaldırdı, diğerleri ise alttaki kütükleri iterek teknenin hareket etmesini sağladı.

 

Tekne, ağır ama kararlı bir şekilde yavaş yavaş ilerlemeye başladı.

 

"Devam edin! diye seslendi Gadle, omzuna yüklenen halatı çekerken. "Nehrin yolunu açıyoruz!"

 

Herkes dişlerini sıkarak yükü taşıyordu. Bazıları nefes nefese kalırken, arada sırada homurdanmalar duyuluyordu.

 

"Bu şey taşınmıyor!"

 

"Daha hızlı olun yoksa güneş batacak!"

 

"Daha az konuş, daha çok çek!"

 

Ama yavaş yavaş nehrin görüntüsü yaklaşıyordu. Hafif eğimli araziden dolayı, bazı anlarda tekne kendi ağırlığıyla biraz daha fazla kayıyor ve işleri kolaylaştırıyordu.

 

Sonunda, nehir kıyısına ulaştılar.

 

Tüm grup, yorulmuş ama tatmin olmuş bir şekilde, tekneyi bir süre boyunca izledi.

 

Ehter, ellerini arkasında bağlayarak gözlerini kıyıya dikti.

 

"İlk engeli geçtik." dedi, gözlerinde memnuniyet vardı. "Ama daha işimiz bitmedi."

 

Şimdi önemli bir şey daha gerekiyordu: Tekneyi suya nasıl güvenle bırakacakları ve yönlendirmeyi nasıl sağlayacakları.

 

Hannle, tekneden geriye kalan ahşap parçalarına bakarak, "İlk etapta sadece kürek kullanacağız, değil mi?" diye sordu.

 

Ehter başını salladı. "Şimdilik en basit yöntemi kullanacağız. Daha sonra gelişmiş işler yapabiliriz."

 

Adamlar, kürek yapmak için hızlıca en uygun tahtaları seçmeye başladılar.

 

Bir yandan da, teknenin suya indikten sonra bağlanabileceği sağlam bir alan oluşturmaları gerekiyordu.

 

Bu yüzden kıyıya kalın kazıklar çakıldı ve sağlam halatlar bağlandı. Böylece tekne, suya bırakıldığında kontrolsüzce akıntıya kapılmayacak, sabit kalabilecekti.

 

İlk test, teknenin birkaç kişiyi su üzerinde taşıyıp taşıyamayacağını görmekti. Gadle ve iki adam, içeri atladılar.

 

Tekne hafifçe sallandı ama batmadı.

 

Ehter ve diğerleri gerilimle izlerken, adamlar birkaç dakika boyunca kıyıya yakın şekilde durup dengelerini test ettiler.

 

Sonunda Gadle kollarını açıp "Evet! diye bağırdı. "Bu şey suyun üstünde kalabiliyor!"

 

Kalabalıktan bir alkış koptu. Çoğu kişi sadece bu noktaya bile gelebilmeyi kutluyordu.

 

Ehter hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Bu sadece başlangıç." dedi. "Ama işe yarıyor."

 

Tekne, kıyıya sağlam bir şekilde bağlandıktan sonra kutlamalar eşliğinde herkes geri dönmeye başladı.

 

Yorgun ama tatmin olmuş bir grup, kaleye doğru ilerlerken, güneş batıya doğru iyice alçalmış, gökyüzü turuncu ve mor renklere bürünmüştü.

 

Bu bir zaferdi.

 

Ama daha büyük işler onları bekliyordu.

Ehter, günün sonunda teknenin başarıyla suya indirilişini izledikten sonra, kendi kendine bir muhakeme yapmaya koyuldu.

 

"Pekâlâ, Ehter. Pademialı Ahter'den aldığımız mühletin ilk haftası neredeyse doldu. Bir teknemiz var ama bu tekne ancak işe yararsa bir anlam ifade edecek."

 

Şimdi, bunu kale için yiyeceğe çevirme ve borcu ödemeye başlama vakti."


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.