ZEVK SARAYI

Chapter 72: 10



---

Kraliçe Celenia, duydukları karşısında adeta donup kalmıştı. Başlangıçta, karşısındaki adamın söylediklerini tam anlamamış gibiydi. Ama kelimeler zihnine ulaştığında, gözlerinde öfkeli bir alev parladı.

"Ne dedin?" diye fısıldadı. Ama bu fısıltının ardında saklı bir fırtına vardı.

Karşısındaki haberci, bir an duraksadı. Hata yaptığını fark etmişti, ama artık geri dönüş yoktu.

"Efendim, sevkiyat..." diye başladı, ama kelimeler ağzından dökülmeden Kraliçe bir adım ileri atıp hançerini hızla çıkardı ve adamın boynuna dayadı.

"Ne sevkiyatı?" dedi, sesi zehirli bir yılan gibi soğuktu. "Tekrar et bakalım."

Adam, gözleri korkuyla büyüyerek yutkundu. Hançerin soğuk ucu, hassas derisine hafifçe baskı yapıyordu.

"Efendim… tahta… kereste…" diye kekeledi, sesi titriyordu.

Kraliçe'nin gözleri kısıldı. Sanor Kalesi'ne tahta ve kereste mi?

Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Sürgün edilmiş biri, nasıl olur da dışarıdan malzeme temin ederdi?

Nefesi sıklaşmış, öfkesi damarlarına yürümüştü. Bir an bile düşünmeden, habercinin yakasını tutup onu duvara itti. Adam, taş duvarın soğukluğunu sırtında hissederken, Kraliçe hançerini biraz daha boynuna bastırdı.

"Yanlız değildi, değil mi?" diye fısıldadı. "Sürgünde olan birinin sevkiyat alması mümkün olamaz. Söyle, nasıl oldu bu?"

Adam nefes almakta zorlanıyordu. Ölmek istemediği belliydi. Kafası hızla çalıştı ve bir yanıt bulmaya çalıştı.

"Efendim… belki… belki oyuncakları için canı sıkılmıştır ve…"

Kraliçe'nin yüzü bir gölge gibi karardı.

"Oyuncakları mı?" diye sordu, sesi tehlikeli bir hale bürünmüştü.

Adam devam etmeye cesaret edemedi, ama geri çekilmek için de çok geçti.

"…Belki tahtalardan bir ev yapacaktır ya da kendine bir tabut falan..."

Celenia iyice deliye döndü.

Hançeri bir an kaldırıp adamın boynuna biraz daha bastırdı.

"Seni gebertirim." dedi soğuk ve net bir sesle. "Gözümü bile kırpmam. Duydun mu?"

Adamın kanı donmuştu. Korkudan taş kesilmiş gibi duruyordu, nefesi boğazında sıkışmıştı.

Ama tam o sırada, koridordan yaklaşan adımlar duyuldu.

Kraliçe, tehlikeyi sezmiş gibi hızla geri çekildi. Hançerini yerine soktu ve hışımla geri adım atarak uzaklaşmaya başladı. Arkasını döndüğünde, sanki az önce ölüm saçan o kadın kendisi değilmiş gibi sakin görünmeye çalışıyordu.

Hızlı adımlarla sarayın koridorlarında ilerledi. Öfkesini içine bastırmaya çalışıyordu, ama zihni onun kontrolünden çıkmıştı bile.

---

Kraliçe'nin kapısını açan yeşil kaftanlı hizmetli, kapının aniden açılmasıyla hafifçe geriye çekildi.

"Efendim." dedi, başını eğerek.

Ama Kraliçe, tek kelime bile etmeden içeriye adeta fırtına gibi girdi.

Hizmetli, onun geçişiyle birlikte kıyafetlerinin yarattığı rüzgârı hissetti. Odaya girerken, kırmızı pelerini bir alev gibi dalgalandı, altın işlemeli elbisesinin parlak kumaşı odadaki ışıkları yansıtıyordu.

Kapı arkasından hızla kapandığında, Kraliçe şimdi ne yapacağını düşünüyordu.

Ne yapmaya çalışıyordu bu çocuk?

Sanor Kalesi bir mezar taşı olmalıydı. Kimse onun adını anmamalıydı.

Ama şimdi kereste mi alıyordu?

Bu, yaşamak istediğinin bir işaretiydi.

Bir an gözleri geçmişe gitti. Sinnya'nın gözlerini gördü.

Onu yıllarca gölgeye düşüren, kendisini kraliçelikten önce sıradan bir hizmetçi gibi hissettiren o kadını…

Elleri titremeye başladı. Öfkeyle yakındaki masaya baktı. Altın işlemeli, parlak yüzeyli masanın üzerinde duran kristal bardak, gözlerine saplanmış bir hançer gibi göründü.

Öyleyse neden ona dokunuyordu?

Bir anda, bardak eline geçti ve tüm gücüyle karşı duvara fırlattı.

Çınlayan bir patlama sesi duyuldu.

Kristal bardak, havada döndü ve duvara çarpıp binlerce keskin parçaya ayrılarak yere saçıldı.

Tam o sırada, kapı açıldı.

Hizmetli içeriye hızla girince, Kraliçe'nin gözlerindeki öfkeyi gördü ve korkuyla duraksadı.

Kraliçe ona hızla döndü.

"Çabuk temizle şurayı!" diye emretti, sesi sert ve keskin bir bıçak gibiydi.

Hizmetli, hızla harekete geçti. Kraliçe ise sert adımlarla odanın içinde dolanmaya başladı. Bu anı sindirmesi gerekiyordu.

---

Tam odadan çıkarken, kapının önünde bir gölge belirdi.

Zandar.

Annesinin bu kadar sinirli olduğunu görmek onu şaşırtmıştı. Gözlerini hafifçe kısmış, Kraliçe'yi süzüyordu.

"Ne oldu anne?" diye sordu, hafif bir alayla. "Biri altın tacına gölge mi düşürdü?"

Kraliçe, önce bir şey söylemedi. Ama birkaç saniye sonra, gözlerini onun yüzüne dikerek konuştu.

"Sanor Kalesi'nin hâlâ ayakta olduğunu ve bir sevkiyat aldığını öğrendim."

Zandar'ın yüzü bir anda ciddileşti.

"Sevkiyat mı?" diye sordu, hafifçe geriye çekilerek. "Kim gönderiyor ona malzeme?"

Kraliçe, ellerini göğsünde kavuşturarak sert bir ifadeyle cevap verdi.

"Pademia."

Zandar kaşlarını çatıp düşündü.

"Bağımsız bir yer. Onunla neden ticaret yaparlar ki?"

Kraliçe gözlerini kısarak, "Bu bir hata olamaz." dedi. "Ehter'in bir planı var. Sadece sürgünde yaşamayı kabul etmemiş olmalı."

Zandar bir an duraksadı, ama sonra gülümsedi.

"Ehter? Plan yapmak?" diye sordu alaycı bir sesle. "O hep kitaplarının ve deney tüplerinin arkasına saklanırdı. Asker değil, lider değil. Kimse onu ciddiye almaz."

Kraliçe, gözlerini ona dikerek başını hafifçe yana eğdi.

"Öyle mi?" dedi, sesi buz gibi soğuktu. "O zaman neden bir sevkiyat aldı? Neden kaleyi inşa etmeye başlıyor?"

Zandar'ın yüzündeki gülümseme, hafifçe soldu.

"Onu hafife almak, yapılabilecek en büyük hatadır, Zandar." dedi annesi. "Bu hatayı yapmayacağız."

Zandar, annesinin yüzüne baktı. Bir an için, gözlerinde gerçek bir korku gördü.

Hizmetçi, Kraliçe'nin nefret dolu bakışlarının arasından başını eğerek hızla kırıkları toplamaya koyuldu. Kristal parçalar, yere saçılmış ince buz parçaları gibi parlıyordu. Kadın, tek kelime etmeden ve bakışlarını Kraliçe'ye hiç kaldırmadan işini yapmaya devam etti. Kırıklar elini kesmesin diye titizlikle topluyor, kırmızı etekleri hafifçe sürüklenerek odanın köşesinde bir gölge gibi hareket ediyordu.

Birkaç dakika içinde işini bitirdi. Cam kırıklarını bir bezin içine sarıp ayak seslerini hafif tutarak kapıya doğru ilerledi. Kraliçe hâlâ içeride dönüp duruyor, öfkesi dinmek bilmiyordu.

Hizmetçi, kapıyı açıp çıktı ve kapının sessizce kapanmasını sağladı.

Oda tekrar iki kişiye kaldı.

Zandar, annesinin yüzündeki karanlık ifadeyi inceledi. Kendisini iyi tanıyordu; bu kadar sinirlendiği zaman, içeride bir plan şekillenirdi.

Gözleri hafifçe parladı ve yaklaşarak alaycı bir ifadeyle konuştu.

"Senin şu suikastçından ne haber?" dedi, sesi hafif bir alay tonu taşıyordu. "Ehter gideli üç gün oldu. Yoksa başına güneş mi geçti? İşini hâlâ yapamadı mı?"

Kraliçe, sırtını döndü ve salonun içinde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Siniri yatışmıyordu. Bunu nasıl yapabilmişti o çocuk?

Zandar, Kraliçe'nin yüzünde aynı ifadeyi görünce hafifçe gülümseyerek devam etti. "Belki de gidip bizzat bakmalıyız."

Ama o an Kraliçe aniden döndü ve keskin sesi odayı kesti.

"Kes artık!"

Zandar'ın kaşları hafifçe kalktı. Annesinin ona bağırması alışılmadık bir şeydi. Ona her zaman ayrı bir özen gösterir, asla öfkesini bu kadar belli etmezdi. Ama bu sefer, siniri gözlerinden okunuyordu.

Zandar ellerini kaldırarak "Tamam, tamam." dedi, ama sesinde hâlâ hafif bir eğlence vardı. "Ne yapmayı planlıyorsun peki?"

Kraliçe kaşlarını çattı, ardından başını hafifçe eğerek bir anlığına düşündü. Bunu baştan yanlış yapmışlardı.

"Bu işi Vector'a hallettirmeliydik." dedi, sesini alçaltarak. "Geçidi patlatmak için nasıl mavi ayıyı ona aldırdıysak, yanında gönderip işini de o şekilde bitirmeliydik."

Zandar bir an duraksadı. Vector.

"Belki hâlâ yapabiliriz." dedi, hafifçe yaklaşarak, sesi yumuşak bir fısıltıya dönüştü. "Ne dersin, anneciğim?"

Bir eliyle Kraliçe'nin koluna hafifçe dokundu, ama annesi onu kayıtsız bir hareketle kenara itti ve yürümeye devam etti.

"Onu şüpheli hâle getirmek istemiyorum." dedi Kraliçe sert bir sesle. "Dostuydu, ama onu buradan erken gönderdik. Şüphe çekmiş olur."

Zandar hafifçe başını eğip düşündü. Ehter, Vector'a güvenirdi. Eğer doğru anı yakalayabilirlerse, belki hâlâ şansı vardı.

"Belki bu kumarı denemeliyiz." dedi usulca. "Ama önce babam."

Kraliçe o an duraksadı. Minho.

Minho'dan habersiz böyle bir şey yapmalı mıydılar?

Ama Kraliçe tam ağzını açacakken, Zandar hafifçe gülümsedi ve "Bu olanlardan haberi var mı?" diye sordu.

Bu söz, Kraliçe'nin kanına bir alev gibi düştü.

Gözleri hızla karardı. Nefesi aniden sıklaştı. Minho.

Eğer Kraliçe bir ateş büyücüsü olsaydı, şu anda odanın her köşesini alevlere boğardı.

Minho.

Kendi kanından gelen Ehter'in yaşamasına bu kadar umursamaz kalmıştı. Onun sürgünü yeterli olmuştu onun için. Ama Kraliçe için değildi.

Minho bir şeyler biliyor muydu? Ehter'in bu kadar kısa sürede ticaret kurabilecek bir özgürlüğe sahip olması, gerçekten de babasının göz yummasıyla mı olmuştu?

Bu ihtimal, Kraliçe'nin içinde kontrolsüz bir öfke yarattı.

Bir an derin bir nefes aldı ve Minho'nun adını tekrar etti.

"Minho…"

Zandar, annesinin gözlerindeki karanlığı izledi. İlk defa, onun gerçekten bir şeyden korktuğunu düşündü.

Eğer babaları işin içindeyse, bu hiç de düşündükleri kadar kolay olmayacaktı.

Zandar, annesinin giderek kararan ve tehlikeli bir hâl alan bakışlarını izledi.

Kraliçe Celenia, gözleri boşluğa sabitlenmiş bir savaşçının yoğunluğuyla nefes alıp veriyordu. Ellerini yumruk yapmış, dişlerini sıkmıştı. Kızgınlığı bir fırtına gibi göğsünde patlamak üzereydi.

Zandar annesinin ne kadar ileri gidebileceğini biliyordu. Daha önce pek çok entrikada onun nasıl acımasız ve hesapçı olduğunu görmüştü. Ama bu sefer, bu öfke farklıydı.

Bir an bile düşünmeden, bir adım atıp annesinin kollarını iki eliyle kavradı.

"Anne, sakin olmalısın." dedi, sesi yumuşaktı ama içinde bir otorite taşıyordu. "Tamam mı? Her şeyi halledeceğiz. Merak etme."

Kraliçe, gözlerini kısarak ona baktı. Sanki o an Zandar'ın yüzünü değil, yıllardır içinde beslediği intikamı ve öfkeyi görüyordu.

Ama Zandar, annesini bırakmadı.

Ellerini hafifçe ovuşturarak, onun sakinleşmesi için dokunuşunun sıcaklığını hissettirmeye çalıştı.

Celenia, derin bir nefes aldı ama nefesi bile titriyordu. Oğlunun sesi kulaklarında yankılanıyor, ama içindeki fırtına onu duymaktan alıkoyuyordu.

Zandar, daha da yaklaşarak annesini sıkıca sarıldı.

Kraliçe, ilk başta tepkisiz kaldı.

Ama sonra, oğlunun kollarında öfkesi yavaş yavaş erimeye başladı.

Sanki hızla fırlatılan bir mızrak tarafından ortadan ikiye bölünmüş gibiydi.

Bu mızrak, annesine sarılan oğluydu.

Zandar'ın vücudu ona sıcaklık veriyordu ve bir an için geçmişe gitti. Oğlu daha küçükken, ona sarıldığında kendini nasıl güçlü hissettiğini hatırladı. Kendi kanı, kendi varisi.

Celenia, iç çekerek gözlerini kapattı ve oğlunun sarılışına kayıtsız kalamayarak ona sarıldı.

Bir süre öylece kaldılar.

Zaman durmuş gibiydi.

Ne saray entrikaları, ne de sürgündeki prens, o an için önemli değildi.

Sadece annelik içgüdüsüyle oğluna sarılmıştı.

Ama bu an sonsuza kadar süremezdi.

Celenia yavaşça geri çekildi, Zandar'ın omuzlarını tuttu ve gözlerinin içine baktı.

"Ne olursa olsun, tahta sen çıkacaksın." dedi, sesi kesin ve emrediciydi. "Bunu sağlayacağım."

Zandar bir an annesinin yüzündeki kararlılığı izledi. O bunu gerçekten istiyordu.

Kraliçe devam etti.

"O adamın ölmesi gerekse bile… bunu yapacağım."

Zandar'ın içi ürperdi.

Kimi kastettiğini çok iyi biliyordu.

Minho.

Babası.

Bir an içinden bir ürperti geçti. Anneler oğullarını severdi, ama kraliçeler tahtlarını daha çok severdi.

Bu fazlasıyla korkunç bir düşünceydi. Ama annesinin gözlerinde şüpheye yer yoktu.

Eğer bu kadın yeterince köşeye sıkışırsa, kraliyet tarihine geçecek bir suikast düzenlemekten kaçınmazdı.

Ve saraydaki konumu, bunu gerçekleştirmek için fazlasıyla güçlüydü.

Zandar, yutkundu. Ama korkuya kapılmadı.

"Babam." diye mırıldandı.

Kraliçe'nin yüzü ifadesizdi.

"Eğer önümüze çıkarsa, ona acımayacağım." dedi.

Zandar bir an gözlerini kapattı.

Krallık tarihinde böyle şeyler defalarca yaşanmıştı. Krallar, kraliçeler, prensler… Güç uğruna kan dökülmüştü.

Ama şimdi o kan, kendi kanı olacaktı.

"Bu işin geri dönüşü yok, anne." dedi, sesi biraz daha ciddileşmişti.

Kraliçe hafifçe gülümsedi.

"Hiçbir şeyin geri dönüşü yoktur, Zandar." dedi, sesi yumuşaktı ama içindeki zehir hâlâ oradaydı. "Bunu en iyi sen bilmelisin."

Zandar, annesinin sözlerini kafasında çevirdi.

Bir zamanlar sadece gücüne güvenen, genç ve alaycı bir prensken, şimdi bir krallık meselesinin ortasında duran bir varis hâline gelmişti.

Ve şimdi bir karar vermesi gerekiyordu.

Babasını mı seçecekti, yoksa annesini mi?

Ama asıl soru şuydu:

Babasının tahtına sadık mı kalacaktı, yoksa onu devirmeye mi yardım edecekti?


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.