ZEVK SARAYI

Chapter 79: 17



Ehter, Hannle ile birlikte hızla merdivenleri inip sonra surların diğer ucuna doğru tırmandı. Bir avuç muhafız, siperin ardına dizilmiş, ileri bakıyordu. İçlerinden ikisi Ehter'i görünce saygıyla geri çekildi. "Efendim," dediler, "Dışarıda, bordo renkte bir at var, atın yanındaysa… garip bir şey." Ehter ellerini siper taşına koyup ileriye baktı. Bu topraklarda atıyla tek başına gezinen bir yabancı görmek nadir rastlanan bir durumdu. İlk bakışta at ve… bir heykel mi?

 

Baktıkça gözleri kısılmaya başladı. "Biri bize heykel mi getirdi?" diye mırıldandı alaycı şekilde. Hannle gülümsemesini tutamayıp, "Efendim o heykel değil. O… bir prenses olduğunu söylüyor," dedi. Ehter başını hızla çevirerek, "Prenses mi?" diye tekrarladı. Muhafızlardan biri "Kendisini 'Tamul Prensesi Sely Bravegod' olarak tanıttı," diye ekledi. Ehter bu ismi daha önce duymamıştı ama Tamul Krallığı'nın batı uç sınırlarında Conrackt Krallığı'yla pek iyi ilişkisi olmayan bir diyar olduğu aklına geldi.

 

Siperin aralığından ileri baktı. Gördüğü manzara gerçekten sıra dışıydı. Pembe saçlı biri, bordo renk bir atın yularını elinde tutmuş, kıpırtısızca duruyordu. Başını biraz yukarı kaldırıp surlara doğru baktığında, saçlarının tepesini gümüşi kalp şeklinde bir toka tutuyor, pembe bukleleri sırtına doğru iniyordu. Üzerinde turkuaz renkli, uzun bir elbise; yüzünde bembeyaz, inci suyuna batırılmış gibi bir ten. Ela gözleri mesafeden bile seçiliyordu. Orada put gibi durduğunu gören Ehter, "Bu canlı mı konuşabiliyor mu?" diye hafif sesle sordu. Muhafızlardan biri kıkırdadı. "Efendim biz konuşunca 'Beni Prens Ehter'e götürün, kapıları açmayacak mısınız?' dedi," diye açıkladı. Ehter bu tabloya şaşırıp, "Sanki sanat eseri dedim, ama demek ki konuşuyor," diye kendi kendine fısıldayarak surdan aşağı seslendi: "Kimsiniz?"

 

Kadın, başını hafifçe kaldırdı ve berrak bir tonla yanıt verdi: "Ben Tamul Prensesi Sely Bravegod. Kapıları açmaya niyetiniz yok mu, Prens Ehter?" Sesi ne sert ne yumuşaktı, ama içinde buyurgan bir yan saklanıyor gibiydi. Ehter, bir nefes alıp arkadakilere gülümsedi. "Sanat eseriymiş," diye alayla fısıldadı ve herkes hafifçe kıkırdadı. Yine de temkinliydi: Tamul Krallığı'yla Conrackt Krallığı'nın pek iyi geçinmediğini biliyordu.

 

Muhafızlardan bazıları "Efendim, ihtiyatı elden bırakmayın," diye uyardı. Ehter, "Haklısınız ama kapıları açıp bir öğrenelim bakalım," dedi. Hannle'ye dönerek, "Söyle, kapıyı açsınlar," diye emretti. Henüz çarklı kapı sistemi tam çalışır hâlde olmadığından, ağır demir kapı geneleksel yöntemle iki yandan çekilerek açıldı. Ahşap kapılardan süzülen rüzgârla birlikte avlunun taş zemini hafifçe titreşti. Ehter sur merdivenlerini indi, kapının önünde elleri belinde dikildi. Karşısında durup yaklaşan o pembe saçlı siluet, uzaktan küçük görünse de yaklaştıkça oldukça normal boylarda bir kadın olduğu anlaşıldı. Bordonun en koyu tonlarında parlayan atın gözleriyse bembeyazdı; Ehter ilk kez böyle gözleri beyaz bir at görüyordu ve merakı kabardı.

 

Prenses, tek başına, elinde atın yularıyla kale kapısından içeri girdi. Duruşu gururluydu, gözleri kimseden korkmadığını ortaya koyuyordu. Avluda bir sessizlik oluşmuştu, herkes bu pembe saçlı kadını hayranlık ve merakla inceliyordu. Ehter, sonunda iki adım yaklaştı, kadının gözlerine baktı, masalsı bir renk uyumu gördü: Ela gözler, pembe saçlar, turkuaz elbise ve yüzünün bembeyaz dokusu. "Hoş geldiniz," diye söze başladı Ehter. İçinden "Gerçekten bir heykel gibi duruyor," diye tekrar düşündü. "Ben Ehter," diye devam etti. Kadın, "Onu biliyorum," diye kısık bir sesle gülümsedi. "Kapıları açmayacağınızı sanmıştım, prens." Ehter omuz silkti. "Bir an düşündüm gerçekten açmasak mı diye. Ama bakıyorum ki tek başınasınız…?"

 

Sely Bravegod, "Hâlâ öyleyim," dedi ve atını Hannle'ye doğru uzattı, "Atımla ilgilenir misiniz?" diye sordu. Hannle sanki büyülenmiş gibi yuları aldı ve "Tabii… efendim," diye mırıldandı. Kadın, Ehter'in atın burnuna dokunma girişimini fark edip, "Dikkat edin, bazen ısırabilir," diye uyardı. Ehter, "Hadi dostum," diyerek atın burnunu sıvazlayınca at hafif bir kişneme sesiyle başını geri çekti. Ehter gülerek, "Epey asabiymiş," dedi. Prenses hafifçe güldü. "Bordo atlar öyle olur, sabır ister."

 

O esnada kapılar tekrar kapandı. Ehter, "Madem krallığınızla aramız pek iyi değil, sizi burada görmek beni şaşırttı. Sizi kaleye davet etmeyecek miyim, yoksa?" diye mizahla sordu. Kadın da aynı şekilde, "Sanki bir ev sahibine yakışır tavır bekledim, ama buyur etmiyorsanız ben yine atıma binip giderim," diye karşılık verdi. Bu laflarla ikisi arasında hafif bir samimi atmosfer doğdu. Ehter, "Olur mu canım, buyurun… efendi…" diyecekti ki, prenses gözlerini kısarak "Ben efendi değilim, ismim Sely," dedi. Ehter de gülümseyerek "O halde sen de bana Ehter diyebilirsin," diye karşıladı.

 

"Pekâlâ Ehter, burası bu kadar güzel hâle nasıl geldi?" diye sordu Sely etrafına bakıp koca avlunun düzenine, kurulu atölyelere, balık ağlarına, çekiç seslerine hayranlıkla göz gezdirerek. "Ben buradan en son geçtiğimde, harabeden farkı yoktu." Ehter, kapıda dikilirken surların görkemini düşünerek, "Sürgünle birlikte bu kaleye geldim," diye özetledi. "Burayı geliştirdim ve hâlâ geliştiriyorum. Sanırım sen çok geziyorsun?" Sely gülümsedi, "Evet, dünyayı dolaşıyorum. Son dünya turumda buradan geçmiştim," diyerek sırtındaki çantadan kalın, mavi yıldızlı kırmızı cilt kaplamalı bir defter çıkarttı. "Dört yıl önce buraları boş, ıssız ve harap görmüştüm. Defterime not etmiştim."

 

Ehter, o kalın deftere göz dikti. "Orada neler yazılı? Bana gösterir misin?" diye sordu merakla. Sely hafifçe başını sallayıp, "İleride belki," dedi. "Bu defter benim hazinem, gittiğim her yerden notlar, gözlemler, çizimler, bilgiler." Ehter, "Ben de sürekli not alırım, kitaplarımı, deneylerimi, çizimlerimi… belki paylaşacak çok şeyimiz olur," dedi heyecanla. Sely, "Elbette," diye mırıldandı. Sonra Ehter'e döndü, "Şimdi konaklayacağım bir yer bulmam lâzım. Beni davet etmeyecek misin, yoksa atımın yanında mı yatacağım?" Ehter gülerek hemen kalenin iç kısmına doğru eliyle "Buyur," dedi.

 

Avludan geçerken kadın, orada çalışan kalabalığın arasından geçip mavi elbisesiyle dikkat çekiyordu. İncecik beline vuran turkuaz kumaşın altında zarif bir bedeni vardı. Saric ve ollage adlı ufak çocuklar, "Pembe saçlı kadın!" diyerek işaret ettiler, Sanchinin baktığı mutfak kapısının önünde birkaç kadın toplaşmış, şaşkınca bu prensesi inceliyordu. Ehter, "Hey Sanchi, işte bizim yeni misafirimiz, Tamul Prensesi Sely," diye tanıttı. Bir anda "Prenses mi?" diye hayretli fısıltılar duyuldu. Sanchi, ellerindeki örtüyü bırakarak "Hoş geldiniz," dedi nazikçe eğilerek. Sely de başını hafifçe eğip "Merhaba," diye karşılık verdi, "Şimdilik sadece size kısa bir süre misafir olacağım. Umarım sorun olmaz." Sanchi mahcup bir gülümseme ve "Ne sorunu," diyen bir jestle onları selamladı.

 

Bir kız çocuğu, Ehter'in sabah gördüğü minik Elin, yeniden oradan koşturup geçerken Ehter onu çağırdı, "Gel bakalım, seni bir sanat eseriyle tanıştırayım." Kız muzipçe gülümsedi, Sely'ye baktı. "Vay canına, saçın pembeymiş." Sely de ona el salladı. Ortam giderek dostça bir havaya bürünüyor, Sely hayranlıkla etrafa bakıyordu. Avlunun canlılığı, hummalı çalışma ve insanların samimi halleri, Tamul Krallığı'nda görmediği türden bir sürgün yeriydi. "Burası hiç de sürgün gibi durmuyor," diye mırıldandı kendi kendine.

 

En üst kattaki odalardan birine, Ehter'in kendisinin de odasının bulunduğu bölüme çıktılar. Taş merdivenler boyunca yan yana ilerlerken Ehter, "Buralar benim çalışma odamla aynı katta, aslında senin kalman için düzenlenmiş bir yerimiz yoktu, ama bu odayı alelacele hazırlattık," dedi. Sely, "Anlaşılan bana hazır değildiniz," diye tatlı bir alayla cevapladı. Ehter gülerek kapıyı açtı. "Gel içeri, prenses Sely." Sely, "Prenses demesen?" dedi burnunu kıvırarak. "Biz seninle arkadaş olacağız galiba," dedi Ehter gülerek. "Pekâlâ, Sely."

 

Odada bir yatak, basit bir masa, pencere yanına konmuş bir sandalye ve lambalar göze çarpıyordu. Sely eşyalarını kenara bıraktı, Ehter o sırada "Sen bir dünya gezgini misin, yoksa krallığının elçisi mi?" diye sordu. Sely hafifçe mırıldandı, "Dünya turu yapıyorum dedim ya, macera ve bilgi peşindeyim. Babam tahttan beni men etti. Pembe saçlarımla doğduğum için ülkemde cadı sanıldım, orada sevilmezdim. Nihayet büyüyünce gitmek istediğimi söyledim, babam da seve seve göndermiş oldu," diyerek acı bir gülümseme yansıttı. "Hikâyem kabaca seninkine benzer: Aile sorunları." Ehter iç çekti. "Evet, benim aile durumu da pek iç açıcı değil. Sürgüne gönderildim. Babam aklını yitiriyor, annem sarayı ele geçirmiş olabilir."

 

Sely, Ehter'in sözlerindeki hüzne dikkat kesildi. "Çok da dert etme," diyerek yavaşça yanaştı. "Kendi krallığını kurmuş gibisin. Bir bak, burası harabe dedikleri kale mi? Gözümün önündeki düzen harikası, epey gelişmiş." Ehter hafif gülümseyerek "Benimkisi sürgün yeri," diye tekrarladı. "Ama elimden geleni yapıyorum. Belki bir gün Conrackt Krallığı'na geri dönebilirim. Yahut hiç dönmem, bilemiyorum." Sely, "Bu kadar yetenekle seni kim reddedebilir?" diye omuz silkti. "Her neyse, sen bence yoluna bak."

 

Konuşurlarken Sely'nin gözleri, odanın duvarında asılı bir çizime takıldı. Büyük bir su değirmeni taslağıydı bu. "Bu ne?" diye sordu, bakışlarında merak vardı. Ehter yanına gitti, "Su değirmeni projesi. Nehrin akışını bir çarkla enerjiye dönüştürüp tahıl öğütmek, demirhaneye güç sağlamak… Kış yakın, o yüzden yaza bırakmayı planlıyorum." Sely hayranlıkla "Muhteşem," diye mırıldandı. "Bir de cam atölyesi düşünüyordun galiba?" Ehter şaşırarak ona baktı, "Cam atölyesi mi? Nasıl bildin?" Sely gülümseyerek, "Tamul'da benzer bir atölye görmüştüm, notlarımda var. Bu kadar mekanik projeyle uğraşan biri, cam konusuna da ilgi duyabilir diye tahmin ettim." Ehter, "Vay," diyerek başını salladı. "Gerçekten dünyayı gezmişsin."

 

Derken meşale ve kandil ışıkları odanın içini aydınlatırken, Ehter oturduğu yerden aniden kalktı ve bir şey sormak ister gibi elini kaldırdı. "Sely, bir şey sorabilir miyim?" dedi, sesi tedirgindi. Kadın, "Tabii, sor," diyerek defterini kucağına bıraktı. Ehter biraz sağa kaykılıp, "Şey… saçların," diye başladı. "Daha önce hiç böyle pembemsi saç görmedim. Bu doğuştan mı?" Sely önce anlamadı gibi durdu ama sonra gülümsedi. "Evet, doğuştan. Dediğim gibi, ülkemde cadı sanıldım. Şey, çok mu garip?" Ehter mahcupça başını salladı, "Çok… özel. Merak ettim, dokunabilir miyim? Yani bana anlamsız gelmesin ama hiç pembe saç görmedim." Sely gözlerini hafifçe kısıp bir an Ehter'e baktı. Sonra "Gel, dokun," diye kayıtsız bir tavırla önüne döndü, ellerini bağdaştırdı.

 

Ehter iki adım atarak kadının arkasına yaklaştı, elleri havada kaldı. "Kızmazsın değil mi?" diye tekrar sordu. Tam o anda Sely bir anda sağına dönüp Ehter'le göz göze geldi, şuh bir bakışla, "Hayır, kızmam," diye kısık sesle söyledi. Sonra aynı hızla eski pozisyonuna döndü. Ehter bir an kalbinin hızla attığını hissederek parmak uçlarını Sely'nin saçlarına dokundurdu. Beklediğinden çok yumuşaktı. "Sanki suyun içinde yıkanmış pamuk gibi," diye düşündü. Yavaşça saçın kulak üstü kısmına indirdi elini, sonra hızlıca geri çekti. "Vay be…" diye mırıldandı, "Gerçekten harika." Sely ufak bir kahkaha attı, "Hepsi bu muydu merakın?" dedi, "Memnun kaldın mı?" Ehter biraz şaşkınca, "Evet. Çok incesin sen Sely," dedi. Kadın hafif gözlerini devirip, "Sen de fazla incesin Ehter, bak duygu dünyan çabucak tuzla buz olabilir," diyerek uyarıcı bir tonda konuştu. Ehter bu lafa anlam veremedi, ama "Hmm… belki haklısın," diyerek geçiştirdi.

 

Sonrasında Sely, Ehter'in duvarlarda asılı başka çizimlerini görüp sordu: "Okuduğun kitaplar, yaptığın deneyler, anlatır mısın?" Ehter, "Tabii, sürgün hayatımın büyük kısmında laboratuvarda mekanik, kimya, makine öğrenmeye odaklandım. Şu an kale savunması için ok fırlatan kule bile yaptık. Bir kapı çarkı sistemiyle uğraşıyorum. Demirhanede dişliler, çarklar üretiyoruz." Sely bu bilgileri duydukça büyülenmiş gibi not alıyordu. "Ne kadar ilginç. Bir prenses olarak ben de dünyayı dolaştım, her yerde notlarımı tuttum," diyerek kalın defterini gösterdi. "Haritalar, bilgiler, çizimler. Neredeyse bir ansiklopedi oldu."

 

Ehter, bu defteri incelemeye can atsa da "O kadar önemliyse şimdi bakmayayım," diyerek nazik davrandı. "Seninle geçirdiğim şu kısa sürede bile aklımı karıştırdın," diye gülerek ekledi. "Kendimi senin hikâyenle özdeşleştirdim. Kral baban seni taht varisliğinden men etti, benim de başıma benzeri geldi. İkimiz de aile sorunları yüzünden buralardayız." Sely sessizce güldü, "Evet, babam beni 'lanetli' diye damgalamıştı. Yeterince büyüyünce 'dünyayı dolaşmak istiyorum,' dedim, o da 'Git, geber de kurtulalım,' dercesine memnun oldu." İçindeki acıyı her ne kadar şaka gibi gösterse de sesi titriyordu. Ehter karşılık veremedi, sadece başını salladı.

 

Aradan bir saat kadar geçmiş, avludaki hareket azalmıştı. Kandil ve meşale ışıkları duvara yumuşak gölgeler düşürüyor, Sely ile Ehter sohbetin derinliklerinde kayboluyordu. Farkında olmadan ikisi de birbirlerine epey ısınmaya başlamıştı. Kimi zaman kahkaha atıyor, kimi zaman sessiz anlarla geçmişlerini anımsıyorlardı. Ehter "Sana Conrackt Krallığı'nın durumu ve babam Kral Minho'nun deliliği hakkında her şeyi anlattım. Şu anda kraliçe annem Celenia'nın yönetimi eline aldığını tahmin ediyorum. Saraya dönmem yasak, sürgün cezam devam ediyor," dedi. Sely dinlerken yüzünde belli belirsiz bir öfke ifadesi oluştu, sanki Ehter'in durumuna gerçekten içerlenmişti. "Ne kadar mantıksız. Kendi oğullarını… Ve sen burayı böylesine cennete çevirirken sana 'sürgün' diyorlar," diye söylendi. Ama Ehter gülümseyip "Burada gayet mutluyum," dedi. "Yine de… babamın bu hâlini bilmek acı veriyor."

 

Sely, Ehter'in çizimlerine tekrar göz gezdirip su değirmeni planına baktı. "Su değirmeni sanırım kıştan sonra inşa edilecek, öyle mi? Sonra belki cam atölyesi," diye sıraladı. Ehter, "Evet… var bir sürü projem," diye omuz silkti. "Her sabah başka bir fikirle uyanıyorum." Sely, "Sen fazla ince düşünen bir adamsın Ehter, kolayca yıpranabilirsin. Ama bir yandan da potansiyelin hayranlık uyandırıcı," diye ekledi. Sonra, hafifçe ayağa kalktı, omuzlarını gererek esnedi. "Artık biraz uyusam diyorum. Çok yoldan geldim. Sizin kale sıcacık, herkes de dostane… Beni hayli rahatlattı."

 

Ehter de ayağa kalktı, "Tabii, ben de odama çekileceğim. Yarın seni kalede gezdiririm, laboratuvarımı gösteririm. Ayrıca demirhanede de projeleri görebilirsin." Sely, "Sevinirim," dedi. Sonra Ehter'e döndü, "Ama henüz son sözüm şu: Babana dair ne yapmak istediğini iyi düşün. Onu sahiden kurtarmak mı, yoksa bu sürgünde huzurlu kalmak mı?" Ehter, içi sızlayarak başını hafifçe eğdi, "Bilmiyorum," diye mırıldandı. "Belki şimdilik beklemek en iyisi." Sely, Ehter'in yüzüne uzun uzun baktı, "Dünya büyük, Ehter. Ben gibi gezip görsen belki bambaşka ufuklar açılır. Neyse, bunu yarın konuşuruz." Ardından kapıya yöneldi.

 

Bir an Ehter, "Selly," diye çağırdı. Kadın başını çevirince, "Saçların… Gerçekten müthiş," dedi. Sely hafif kıkırdayarak, "Sen de çok 'incesin'," diye dalgasını geçti ve odanın kapısını açıp dışarı çıktı. Ehter arkasından bakarken bir tuhaf coşku ve garip bir sıcaklık hissetti. Hayatına aniden giren, pembe saçlı bir prenses… Ehter, "Kendi derdim çokken bir de bu geldi başıma," diye gülümseyerek düşündü. Ama içinde bir merak sarmalı dolanıyordu, "Acaba bu kadın kim, neleri biliyor, krallıklar arası gerilimde nerede duruyor?" Tüm bunlar netleşmeyi bekliyordu.

 

Yorgunluğuna rağmen keyifli bir karmaşa içindeydi. Kapıyı kapadı, masada bıraktığı kâğıtları düzenledi. O gece, kulenin fırlatma sisteminden kapının çarklı düzeneğine, babasının deliliğinden Sely'nin saçlarına kadar pek çok şeyi düşünerek yastığına baş koydu. Zihninde, ileriki günlerde neler olacağını merak ediyordu. Sonbaharın sarı yaprakları ve soğuk rüzgârlarıyla başlayan, sabaha kadar sürecek bir gece bekliyordu onu; sabahın ilk ışıklarıyla ise yepyeni sürprizler ve "pembe saçlı prenses" gerçeği onu bulacaktı. Ehter, gözlerini kapamadan önce hafif bir gülümsemeyle fısıldadı: "Hoş geldin Sely Bravegod… Sürgün kaleme ve belki de hayatıma."


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.