Chapter 13: Bölüm 13 - Güç ve Bedel
Jaksen, Rona'nın anlattıklarını sindirmeye çalışırken derin bir nefes aldı. Aura, büyüden tamamen farklıydı. Daha saf, daha ilkel, tamamen kişinin bedenine ve ruhuna dayalıydı. Ama ikisini birden öğrenebilirdi. En azından teoride.
Gözlerini Rona'ya çevirdi. "Peki, aura savaşçıları büyü kullanamaz mı?"
Rona başını iki yana salladı. "Genellikle hayır. Çünkü büyü yapmak için mana çekirdeği gerekir. Aura savaşçıları, güçlerini oluşturdukları aura kalbinden çeker, dış manayı kullanırlar. Ama…" Gözlerini Jaksen'e dikti. "Sen bir kahramansın. Senin için böyle bir sınır yok. Yani hem mana çekirdeği hem de aura kalbini oluşturabilirsin."
Jaksen hafifçe gülümsedi. "Demek büyü ve aurayı birlikte kullanabilirim."
"Teoride, evet." Rona, ellerini kavuşturup biraz düşündü. "Ama bu konuda sana pratikte yardımcı olamam. Ben bir büyücüyüm ve aynı zamanda şifacı. Aura ile ilgili bilgilerim yalnızca temel seviyede."
Jaksen başını salladı. "Peki, o zaman bana şifacılar hakkında biraz bilgi verebilir misin?"
Rona bir an duraksadı. "Şifa büyüsü… diğer büyü türlerinden çok farklıdır. Çünkü gerçek bir bedeli vardır."
Jaksen, hafifçe kaşlarını çattı. "Ne gibi?"
Rona elini masaya koydu ve parmaklarını yavaşça gezdirdi. "Bildiğin gibi büyü yapmak için mana gerekir. Ama şifa büyüsü için bu yeterli değildir. Bir ateş topu yapmak ya da su dalgası oluşturmak gibi değildir. Şifacılar, başkalarını iyileştirmek için kendi yaşam güçlerinden, öz manalarından feda ederler."
Jaksen'in kaşları çatıldı. "Yani… kendi hayatlarından mı ödün veriyorlar?"
"Öyle de diyebilirsin" dedi Rona. "Ne kadar büyük bir iyileştirme yaparsan, o kadar büyük bir bedel ödersin. Basit yaralar ve küçük hastalıklar, sadece mana tüketir. Ama ciddi yaralar, kaybedilen uzuvları geri getirmek ya da ölmek üzere olan birini kurtarmak… işte bunlar doğrudan şifacının yaşam gücünü tüketir. Şifa büyüleri, ve hiçbir şifa büyüsü ölüyü geri getiremez. Tanrılar bile bunu yapamaz."
Jaksen başını salladı. "Yani şifa büyüsü, düşündüğüm kadar basit bir şey değil."
"Kesinlikle değil" dedi Rona. "Bu yüzden pek az büyücü bu yolu seçer. Birçok büyücü, mana kaynağını tüketmeyi göze alabilir ama kendi ömründen feda etmek… Yaşama karşılık yaşam, herkesin kaldırabileceği bir şey değildir."
Jaksen, Rona'nın sesinde hafif bir hüzün sezdi ama bunu dile getirmedi. Onun neden bu yolu seçtiğini sormadı. Çünkü biliyordu ki, her büyücünün bir sebebi vardı. Rona'nın da kendince bir nedeni olmalıydı.
"Eğer şifacılar iyileştirme yaparken yaşam güçlerini kullanıyorsa, o halde en güçlü şifacılar en kısa ömürlü olanlar mı?" diye sordu Jaksen.
Rona derin bir nefes aldı. "Bazıları için, evet. Ama bir şifacının gücü yalnızca ne kadar büyü yapabileceğiyle değil, aynı zamanda ne kadar dikkatli olduğu ve ne kadar kontrollü olduğu ile de belirlenir. Ben aslında pek de iyi bir şifacı değilim… ama iyileştirmek için elimden geleni yapıyorum."
Jaksen, Rona'nın kararlılığını gözlerinde gördü. İçinde derin bir inanç taşıyordu. Belki de büyüde ya da aurada böylesine bir inanç taşımak, asıl güçlü olmanın anahtarıydı.
Jaksen içinden geçirdiği düşüncelerle başını salladı. "Sanırım anlamaya başlıyorum. Büyü, aura, şifa… hepsinin bir bedeli var."
Rona hafifçe gülümsedi. "Evet, her şeyin bir bedeli var, Jaksen. Ama o bedeli nasıl ödediğin, seni diğerlerinden ayıran şey olur."
Jaksen başını kaldırıp tavana baktı. Önünde uzun bir yol vardı. Ve hangi yolu seçerse seçsin, karşısında büyük bir sınav olacağını biliyordu. Ama içten içe bir şeyleri de anlamaya başlamıştı.
Güç sadece yetenekle ilgili değildi. Güç, ne uğruna savaştığınla da ilgiliydi.
Jaksen bir süre düşündükten sonra konuyu tekrar Aura'ya getirdi.
Gözlerini Rona'ya çevirdi. "Büyü ve şifa teorisi tamam, en azından temel olarak büyülerin ve iyileştirmenin mantığını anladım. Ama merak ettiğim bir şey daha var." dedi. "Aura."
Rona hafifçe başını salladı. "Evet. Ama dediğim gibi benim bu konuda derin bir bilgim yok. Aura kullanıcısı değilim, sadece teorik olarak kitaplarda okuduklarımı anlatabilirim."
Jaksen başını salladı. "O da yeterli olur. En azından nereden başlamam gerektiğini bilirim."
Rona, bir an düşündü, sonra yeni bir parşömen çıkardı. Üzerinde büyü halkalarına benzeyen ama farklı bir desen taşıyan şekiller vardı.
"Aura da tıpkı büyü gibi bir güç sistemidir. Ama büyü ve aurayı birbirinden ayıran temel farklar vardır."
Rona, parşömenin üzerine vurduğunda mavi ve altın renkli çizgiler belirdi.
"Büyü mana çekirdeğine dayanır. Büyücüler manayı hisseder, onu yönlendirir ve büyü formülleri aracılığıyla şekillendirirler. Ama aura… aura bambaşka bir sistemdir."
Gözlerini Jaksen'e dikti.
"Büyücüler mana çekirdeğine sahipken, aura kullanıcıları 'Aura Kalbi' olarak bilinen farklı bir çekirdeğe sahiptir."
Parşömen üzerinde mana çekirdeğini temsil eden bir daire belirdi. Hemen yanında, kızıl renkli ve etrafında dalgalanan çizgiler olan daha farklı bir daire oluştu.
"Aura Kalbi, tamamen kullanıcının fiziksel ve ruhsal varlığıyla bağlantılıdır. Büyücüler gibi mana çekirdeklerinden güç çekmek yerine, aura kullanıcıları tamamen kendi iç enerjilerini kullanırlar. Yani bir aura savaşçısı, sadece kendi varlığıyla güç kazanır."
Jaksen merakla eğildi. "Peki, büyücüler gibi onların da seviyeleri var mı? Büyücüler mana halkalarıyla güçleniyor, peki aura kullanıcıları?"
Rona gülümsedi. "Tam olarak aynı olmasa da evet, aura kullanıcıları da kendi güç seviyelerini belirleyen bir sistemle ilerlerler."
Parşömende, mana halkalarına benzeyen ama daha keskin çizgilere sahip halkalar belirdi.
"Büyücüler gibi aura kullanıcıları da kademe atladıkça Aura Halkaları oluştururlar. Ancak büyücüler gibi mana hissederek değil, doğrudan bedenlerini ve ruhlarını geliştirerek güçlenirler."
Jaksen başını salladı. "Yani aura kullanıcıları da büyücüler gibi belirli halkalar oluşturarak güçleniyorlar?"
"Evet." Rona başını salladı. "Ancak aura kullanıcıları, büyücülerden farklı olarak sadece mana kapasitelerini değil, aynı zamanda fiziksel yeteneklerini de artırırlar. Onların gücü doğrudan bedenlerine yansır. Bir büyücü ne kadar mana halkasına sahipse, o kadar büyük büyüler yapabilir. Ama bir aura kullanıcısı ne kadar aura halkasına sahipse, o kadar dayanıklı, hızlı ve güçlü hale gelir."
Jaksen, Rona'nın sesindeki anlamı sezmişti.
"Aura da kullanabilirim, değil mi?"
Rona gülümsedi. "Evet. Ama büyü kadar karmaşık ve zahmetli bir sistem. Ve iki gücü birden aynı anda ustalıkla kullanmak… Bu, tarih boyunca sadece birkaç kişinin yapabildiği bir şey."
Jaksen, bu sözler üzerine içini garip bir heyecanın kapladığını hissetti. İçinde bir şey… bir his, ona yol gösteriyordu. Büyü güçlüydü, ama aura da öyleydi. Ve ikisini de öğrenebilirdi. Ama ikisini birden öğrenmek, belki de tüm hayatını buna adamak anlamına gelecekti.
Rona parşömene hafifçe vurdu ve halkalar yeniden belirdi.
"Aura kullanıcıları da aynı büyücüler gibi kademelere ayrılırlar."
1 ve 2. Aura Halkası: Yeni başlayanlar, temel teknikleri öğrenirler. Aura akışlarını kontrol edemezler ve vücutları yetişkin bir insandan biraz daha fazla gelişmiştir.
Halka: Gerçek bir savaşçı olarak kabul edilirler. Aura akışlarını kontrol edebilir, teknikleri öğrenebilir ve savaşta etkili bir güce sahip olabilirler.
4 ve 5. Halkalar: Usta seviyesine ulaşmış savaşçılardır. Fiziksel güçleri ve dayanıklılıkları zirveye ulaşır. Genelde her ülkede şövalye olarak kabul edilirler.
Halka: Krallıklar tarafından büyük saygı gören savaşçılar bu seviyeye ulaşabilir. Bir kişi tek başına bir orduya karşı durabilecek kadar güçlü olabilir. Halka: Sadece birkaç kişi bu seviyeye ulaşabilir. Kralların, Generallerin ve büyük savaş lordlarının ordularını yöneten efsanevi savaşçılar bu seviyededir. Üstad Morgana 7. kademenin zirvesindedir. Halka: Tarihte sadece az sayıda kişi bu seviyeye ulaşmıştır. Aura akışlarını tamamen kontrol edebilirler ve sıradan insanlardan farklı bir varlık haline gelirler. Üstad Argus 8. Kademe de Üstad Ogmios'a denk bir güçtür. Elbette Aura ve Büyünün birbirlerine karşı avantajları ve dezavantajları var.
Rona gözlerini kaldırıp Jaksen'e baktı. "Ve sen… kahraman olarak, bu sınırları aşabilirsin. Daha önce hiç 8. Kademenin ötesine geçmiş birini görmedim veya duymadım. Belki Elfler veya Psiforr'lar gibi uzun ömürlü varlıklar ulaşabilmişlerdir ancak onlarda dünyadan izole yaşayan ırklar. Pek bilgimiz yok bu ırklar hakkında."
Jaksen derin bir nefes aldı. "Büyü ve aura… İkisini de kullanmayı deneyeceğim. Eğer şanslıysam, belki bir gün 8. Kademenin ötesinde biriyle karşılaşırsam, ırkı ne olursa olsun beni eğitmesini isteyebilirim."
Rona gözlerini devirdi. "Evet evet, öyle bir varlık bulabilirsen tabi.''
Jaksen gözlerini kapattı. İçinde bir şeyler kıpırdanıyordu. Kılıç… Dövüş… Saf güç. Ama aynı zamanda büyü, mana ve elementlerin gücü…
İkisini de kullanabileceğini biliyordu.
Bir süre konuşmadan kaldılar. Rona, elindeki parşömeni dikkatlice katlayıp yerine koyarken Jaksen gözlerini yere dikmiş, öğrendiği her şeyi sindirmeye çalışıyordu. Büyü ve aura hakkında daha önce de bazı temel bilgilere sahipti ama şimdi bu iki gücün nasıl çalıştığını, nasıl geliştiğini ve nasıl sınırlamalarla karşı karşıya olduklarını çok daha iyi anlamıştı.
Ama kendisinin bir kahraman olarak bu sınırların ötesinde olduğunu bilmek… Bu düşünce hem heyecan verici hem de biraz ürkütücüydü.
Derin bir nefes aldı ve gözlerini Rona'ya çevirdi. "Bence burada bir mola vermeliyiz" dedi hafifçe gülümseyerek.
Rona da gülümsedi. "Haklısın. Bugün çok fazla şey öğrendin. Hem teorik bilgiler üzerine düşünmek için zamanın olmalı."
Ayağa kalkıp esnedi, ardından pencereye yöneldi. Beyaz Büyü Kulesi'nin yüksek pencerelerinden dışarı baktığında şehir, hareketlenmeye başlamıştı. Aşağıda öğrenciler eğitim alanlarına gidiyor, büyücüler kütüphanelerde çalışıyor, ticaret yolları boyunca yüzlerce insan koşturuyordu.
Jaksen de pencereye doğru ilerledi ve şehir manzarasını izledi. "Gallant İmparatorluğu büyük bir yer, değil mi?" diye sordu, merakla.
Rona başını salladı. "Evet. Burası Reynor kıtasının en büyük ve en güçlü imparatorluklarından biri. Gallant, sadece küçük bir krallık değil, farklı kültürleri ve halkları içinde barındıran geniş bir imparatorluk."
Jaksen, kaşlarını çattı. "Gallant hakkında çok fazla bilgim yok. Biliyorsun ki ben bu dünyadan değilim."
Rona hafifçe güldü. "O zaman sıradaki dersimize geçebiliriz. Coğrafya!"
Jaksen gözlerini devirerek iç çekti. "Büyü, aura ve şimdi de coğrafya mı? Gerçekten akademik bir gün geçiriyoruz."
Rona alaycı bir şekilde başını salladı. "Eğer bir savaşçı ya da büyücü olacaksan, sadece güç yetmez. Dünya hakkında bilgi sahibi olmalısın. Güçlü olabilirsin, ama nerede durduğunu bilmiyorsan, hangi savaşın içinde olduğunu bilmiyorsan, kaybolursun."
Jaksen içinden bu sözlerin mantıklı olduğunu kabul etti ve masaya oturdu. "Pekâlâ, o zaman beni çağıran ülkeden başlayalım. Gallant İmparatorluğu hakkında ne biliyorsun?"
Rona, büyüyle haritaların bulunduğu bir rulo çıkardı ve masaya serdi. "O halde, başlayalım."
Jaksen derin bir nefes alıp sırtını sandalyeye yasladı. Beyni, aldığı bilgilerle dolup taşmıştı. Büyü, aura, şifa… Her biri kendi içinde karmaşık ve derin bir konuydu. Ama en azından artık nereden başlaması gerektiğini biliyordu.
Rona, Jaksen'in yorgun ama tatmin olmuş ifadesini görünce hafifçe gülümsedi. "Sanırım kısa bir mola vermemiz gerekiyor."
Jaksen, sandalyesinde gerinerek başını salladı. "Evet, sanırım buna ihtiyacım var. Bütün bu mana, aura ve büyü teorilerini sindirmek için biraz zamana ihtiyacım var."
Rona, parşömendeki bazı notları toparlarken bir bardak su aldı ve Jaksen'e uzattı. "Dinlenmek iyidir, ama bilgiyi sürekli taze tutmak daha önemlidir. Neyse ki sıradaki konumuz biraz daha hafif bir konu olacak."
Jaksen kaşlarını kaldırdı. "Gerçekten mi? Bugünkü derslerimize bakarsak 'hafif' diyebileceğin şeyin ne olduğunu merak ediyorum."
Rona hafifçe kıkırdadı. "Sıradaki dersimiz coğrafya ve tarih. En azından büyü formülleri veya mana teorisiyle uğraşmak zorunda kalmayacaksın."
Jaksen bir an düşündü. Dünya hakkında daha fazla şey bilmesi gerektiğinin farkındaydı. Özellikle Gallant İmparatorluğu ve içinde bulunduğu bölge hakkında. Sonuçta, bir kahraman olarak bu dünyaya çağrılmıştı ve etrafındaki dünyayı anlaması gerekiyordu.
"Tamam, bunu dinleyebilirim. Nereden başlayacağız?" diye sordu.
Rona, yeni bir parşömen açarak masanın üzerine serdi. Parşömenin üzerinde, Gallant İmparatorluğu'nun ayrıntılı bir haritası vardı. Büyük şehirler, sınırlar, dağlar ve nehirler özenle işlenmişti.
"Gallant İmparatorluğu" dedi Rona, parmağını haritanın merkezine getirerek. "Reynor kıtasının en büyük ve en güçlü uluslarından biri. Aslında, kıtanın siyasi, ekonomik ve askeri anlamda en baskın gücü."
Rona hafifçe gülümsedi. "Gallant hakkında bir şey bilmiyorsun ancak sonuçta buraya çağrılmanın bir sebebi var, değil mi?"
Jaksen kaşlarını çattı ama yanıt vermedi. Kahraman olarak çağrıldığını biliyordu, ama Gallant'ın geçmişi ve şimdiki hali hakkında çok az şey biliyordu. Bu yüzden susarak Rona'nın devam etmesini bekledi.
Rona parmağını harita üzerinde gezdirerek konuşmaya başladı. Sesi, sanki bir öğretmenden ziyade kendi bildiklerini ve okuduklarını aktaran bir kişi gibi çıkıyordu. Gerçekten de öyleydi. O, bir tarihçi değildi. Bir büyücü bile sayılmazdı, en azından şimdilik. Ama çocukluğundan beri Gallant'ta yaşamış biri olarak, bu toprakların geçmişine dair pek çok hikâye duymuş ve kitaplarda okuduklarını da üzerine eklemişti.
"Gallant İmparatorluğu, neredeyse bin yıldır var olan bir ülke. Esasın da, bu kıtada ki ilk insan imparatorluğu Helios İmparatorluğuydu. Kendanor dağlarının doğusu haricindeki tüm Reynor kıtası zamanla Helios İmparatorluğunun bir parçası olmuş ancak zamanla çok ulusluluğu kaldıramayarak parçalanmıştı. Elbette parçalanması bin yıldan fazla sürdü. Bu bin yıl da kıtada insanlar baskın güç oldu. Helios imparatorluğu dağıldıktan sonra ise bir düklük olan Gallant, diğer krallıkları ve bölgeleri ele geçirerek topraklarını genişletti. Ve en son da Helios imparatorluğunun başkenti, kıtanın en büyük en önemli yeri olan Helios şehrini fethetti. Ve o gün işte Gallant imparatorluğu doğdu. Zamanla Gallant, Helios'un tacını devralarak, bir zamanlar Helios'un hakimiyetinde olan toprakları geri alma gayesiyle, zaman için de sınırlarını genişletti."
Jaksen başını eğerek haritadaki sınırları inceledi. "Kulağa gerçekten de Roma İmparatorluğunu andırıyor… Ah, Roma, tıpkı Gallant gibi benim dünyamdaki devasa bir imparatorluktu. Neyse, devam et lütfen, Gallant şimdi bile gerçekten dünyaya liderlik eden bir güç mü?"
Rona önce Jaksen'in kendi dünyasına biraz ilgi gösterse de sonra sustu. Cevap vermeden önce kelimelerini dikkatlice seçmek ister gibi görünüyordu.
"Eskisi kadar güçlü olduğunu sanmıyorum." dedi sonunda. "Bunu açıkça söylemek hoş karşılanmaz belki ama… Gallant hâlâ büyük ve zengin bir imparatorluk. Toprakları geniş, ordusu güçlü. Ama eskisi gibi birleşmiş bir devlet değil. İçinde çok fazla çıkar çatışması var. Soylular ve yöneticiler arasında huzursuzluk var. İnsanlar arasında bile farklar büyüyor. Bir zamanlar halk ve asiller arasında bu kadar uçurum yoktu."
Jaksen gözlerini haritadan ayırıp Rona'ya döndü. "Ne değişti?"
Rona omuz silkti. "Zaman." dedi basitçe. "Ve güç. Gallant'ta insanlar artık eskisi gibi birbirine güvenmiyor. Kendi çıkarları için hareket edenler çok fazla. İmparatorluk büyüdükçe, yönetmek zorlaştı. En büyük sorunlardan biri de soyluların giderek daha fazla güç kazanması. Eskiden soylular sadece İmparator'a bağlıydı. Ama artık kendi bölgelerinde küçük krallar gibiler. Kendi ordularını besliyorlar, kendi yasalarını koyuyorlar. Ve İmparator'un sözünü dinlemeyenler bile var."
Jaksen kaşlarını çattı. "Ama burası bir imparatorluk. Son sözü İmparator söylemiyor mu?"
Rona iç çekti. "Kâğıt üstünde evet. Ama pratikte işler öyle yürümüyor. İmparator hâlâ en güçlü kişi ama gücü artık eskisi kadar mutlak değil. Çoğu soylu ve dük, onun emirlerini tamamen görmezden gelemese de ona karşı hareket edebilecek kadar bağımsızlık kazandı. Birçoğu sadece kendi çıkarlarını düşünüyor. Bazıları gerçekten İmparatorluğu savunmak istiyor olabilir, ama çoğu servetlerini ve güçlerini kaybetmemek için hareket ediyor."
Rona bir an duraksadı, parşömene göz gezdirdi, sonra biraz daha ciddi bir ifadeyle konuştu.
"Ama sorun sadece bu değil. Tahtın bir varisi yok."
Jaksen kaşlarını kaldırdı. "Nasıl yani?"
Rona, parmağını haritanın üzerindeki İmparatorluk Sarayı işaretli bölgeye götürdü.
"İmparator'un oğulları öldü. Dördü de. İki oğlu savaşlarda hayatını kaybetti. Cadia İmparatorluğu ile olan savaşta birini, Ryuugen İmparatorluğu ile olan savaşta diğerini kaybetti. Geri kalan iki oğlu hastalıktan öldü. Şu anda yalnızca iki kızı var. Ama biri yatalak, diğeri ise henüz çocuk. Sekiz ya da dokuz yaşlarında olmalı. İmparatorluk sarayından asla ayrılmadığı için onun hakkındaki bilgiler kısıtlı."
Jaksen, bu bilgiyi duyduğunda hafifçe geriye yaslandı. "Yani... şu an Gallant'ın bir veliahtı yok."
Rona başını salladı. "Evet. Ve bu, büyük bir problem."
Jaksen düşündü. Bir imparatorlukta tahtın varisiz kalması ne anlama gelirdi?
Rona sözlerine devam etti. "İmparator hâlâ yaşıyor ama… ya sonra? Gallant bin yıldır hep güçlü liderlerle yönetildi. Ama şimdi, gelecekte kimin başa geçeceği belli değil. Tahtın boş kalma ihtimali var. Ve bu yüzden soylular daha cüretkâr hale geldi."
Jaksen başını salladı. "Eğer tahtın sahibi belli değilse, o zaman herkes onu ele geçirmeye çalışacaktır."
Rona hafifçe iç çekti. "Aynen öyle. Ve işin kötü yanı, İmparator yaşlı değil. Ama son birkaç yılda çok yıprandı. Cadia ile olan çatışmalar, isyanlar, soyluların entrikaları ve en önemlisi de Aries… İmparator pek belli etmiyor ancak yüzüne dikkatli bakarsan stresin ve yükün onu nasıl çökerttiğini görebilirsin. Bazıları onun birkaç yıl daha yaşayacağını düşünüyor. Bazıları ise, bu kadar yükle uzun süre dayanamayacağını söylüyor."
Jaksen kaşlarını çattı. "İmparator öldüğünde ne olacak?"
Rona omuz silkti. "Bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Normalde büyük oğlu tahtı devralırdı ama büyük oğulları öldü. Kızları ise veliaht olamayacak kadar küçük ve güçsüz. Soylular arasında, düklükler ve büyük hanedanlar arasında zaten bir güç savaşı var. Eğer İmparator ölürse, kimse bir araya gelip uzlaşamayabilir. O zaman Gallant için gerçekten kötü bir dönem başlayabilir."
Jaksen sessizce dinledi. Onun için bu dünyadaki politika önemsizdi. O bir savaşçıydı, düşmanlarıyla dövüşmesi için çağrılmıştı. Ama Gallant'ın durumu düşündüğünden daha karmaşıktı. İç çatışmalar, yozlaşmış yöneticiler, güç savaşları... Bunlar savaş alanında bir düşmanla yüzleşmekten çok daha farklı şeylerdi.
Rona bir an haritaya baktı, sonra gözlerini Jaksen'e çevirdi. "Gallant hâlâ güçlü. Ama içinde çatlaklar var. Ve eğer bu çatlaklar büyürse, sonunda bir yerden kırılacak."
Jaksen başını salladı. "Yani sadece dışarıdan gelen düşmanlarla savaşmak yetmeyecek, öyle mi?"
Rona hafifçe gülümsedi. "Gallant'ın en büyük düşmanı dışarıda değil, içeride olabilir."