Aetheris: Kaosun Tahtı (TÜRKÇE-TURKİSH)

Chapter 28: Bölüm 28 - Karanlığın Ufku



Miria düklüğünün topraklarında, sabahın ilk ışıkları ahşap surlarla çevrili devasa askeri kampı aydınlatıyordu. Ahşap tahkimatlar, düzenli yerleştirilmiş nöbet kuleleri ve her biri askeri disiplinle hizalanmış çadırlar, bu kampın bir Roma lejyoner müstahkem kampından farksız olduğunu gösteriyordu. Ağır zırhların tınısı, askerlerin eğitim alanındaki bağırışlarıyla harmanlanıyor, çevreye bir savaş hazırlığının ağırlığını yayıyordu.

Dük Miriam, kampın merkezindeki yüksek bir tepeye yerleştirilmiş komuta çadırından çevreyi izliyordu. Buradan tüm kampın hareketliliği ayan beyan görünüyordu. Yüksek rütbeli subaylar ve kuryeler sürekli çadırlar arasında koşturuyor, hazırlıklar hummalı bir şekilde sürüyordu. Ordunun düzenli yapısı ve askeri disiplini, Dük Miriam aşina olduğu bu manzarayı ne zaman görse hayran kalırdı. Kendisini bu kampın bir parçası olarak görmek ona gurur veriyordu.

Argus, sessiz adımlarla Miriam'ın yanına yaklaştı. Boyu, zırhının haşmeti ve taşıdığı doğal otorite, çevredeki herkesi susturuyordu. Argus'un soğuk bakışları, kamptaki her ayrıntıyı dikkatle inceliyor, herhangi bir eksiklik arıyor gibiydi.

"Dük Miriam" dedi Argus, sakin ama kararlı bir tonla. "Miria düklüğünün askerlerini iyi hazırlamışsınız. Ancak savaşın yükü yalnızca disiplinle değil, doğru stratejilerle kaldırılır."

Miriam, Argus'un bu sözlerine başıyla onay verdi. "Sizin desteğiniz olmasa, bu orduyu bu kadar hızlı harekete geçiremezdim, Lord Argus. Sizin sağladığınız lejyon, gücümüzü ikiye katladı. Kara elflerin tehdidini ortadan kaldırmak artık mümkün görünüyor."

Argus, gözlerini kampın diğer ucundaki devasa mancınıklara ve kuşatma araçlarına çevirdi. "Kara elflerin kampı doğal savunmalarla çevrili. Ancak bu ordu, onları yenmek için yeterli güce sahip. Yine de bu savaş, kolay bir zafer olmayacak."

"Zafer kolay olmaz" dedi Miriam, dişlerini sıkarak. "Ancak Miria düklüğü ve halkım bu yükü kaldırabilecek güçtedir. Yeter ki bize rehberlik edin."

Argus, hafifçe başını eğerek karşılık verdi. "Miria'nın cesaretine güveniyorum. Ancak benim görevim farklı, Dük Miriam. Bu sefer orduya siz rehberlik edeceksiniz. Benim bir an önce batıya, Sapir'e gitmem gerekiyor. Oradan da Valenora gideceğim. Cadia'nın sınırındaki hareketlilik dikkat etmemizi gerektiriyor."

Miriam, Argus'un bu kararını şaşkınlıkla karşıladı. "Böyle kritik bir anda mı gideceksin? Ordunun senin rehberliğine ihtiyacı var, Argus."

Argus, keskin bir bakışla Miriam'a döndü. "Senin komutanla ordunuz bu görevi tamamlayabilir, Miriam. Sana bir lejyonla beraber yirmi bin iyi eğitimli asker bırakıyorum. Ayrıca Miria düklüğünüzün askerleri de bu savaşa hazır. Batıya gitmem gerekiyor çünkü Cadia'nın Valenor'u ele geçirmesi, tüm imparatorluğu yıkıma sürükleyebilir."

Miriam derin bir nefes aldı ve Argus'un sözlerini sindirmeye çalıştı. Argus haklıydı. Cadia'nın böyle bir zamanda saldırı başlatması, imparatorluğun tüm dengesini sarsabilirdi. Ancak yine de kara elflerle yapılacak savaşın ağırlığı onun omuzlarına daha da fazla yük bindiriyordu.

"Anlıyorum" dedi Miriam, Argus'a dönerek. "Miria'nın kaderini tekrardan benim ellerime bırakıyorsunuz. Bu yükü taşıyacağım."

Argus, Miriam'ın kararlılığını görünce hafifçe gülümsedi. "Sen bu yükü taşıyabilecek tek kişisin, Dük Miriam. Orduyu hazırlayın. Hedefiniz kara elflerin kampını tamamen yok etmek. Başarırsanız, yalnızca Miria değil, tüm imparatorluk rahat bir nefes alacak."

Miriam, başını sallayarak emri yerine getirmek üzere harekete geçti. Argus, kampın dışındaki atına doğru yürüdü. Güçlü ve asil bir savaş atı olan hayvan, Argus'un elini hisseder hissetmez sakinleşti. Argus atına binerken, kampın sessizliği onun gidişiyle bir kez daha bozuldu. Komutanlar ve askerler, Argus'a saygıyla baktılar. Onun gibi bir liderin varlığı bile moral yükseltmeye yetiyordu.

Argus, batıya doğru yola koyulurken, Miriam kampın merkezine döndü. Komutanlarını çağırarak emrini verdi: "Kampları toplayın ve orduyu hazırlayın. Harekete geçeceğiz."

Kamp alanı, Miriam'ın emriyle bir anda canlandı. Mancınıklar ve kuşatma araçları dikkatle sökülmeye başlandı. Askerler çadırlarını topluyor, teçhizatlarını kontrol ediyordu. Ordu, disiplinli ve hızlı bir şekilde yürüyüşe hazırlanıyordu. Miriam, tüm bu hareketliliği izlerken, derin bir nefes alıp içinden şunları mırıldandı:

"Bu yalnızca bir savaş değil. Bu, Miria'nın ve tüm imparatorluğun geleceği için bir mücadele."

 

***

 

Elnar'ın Yakınları, Kuzey Ormanlarının Derinliklerinde

Dışarıda kar fırtınası vadileri döverken, kuzeyli isyancıların karargâhı olarak kullanılan geniş ahşap salonun içi, yükselen ateşin titrek ışığıyla aydınlanıyordu. Tavana asılı kalın kirişler soğuktan çıtırdıyor, postlarla kaplanmış duvarlar bile dışarıdaki rüzgârın vahşi uğultusunu tamamen bastıramıyordu.

Salonun ortasında, eski bir Renoire haritası seriliydi. Haritanın yüzeyi yıpranmış, bazı noktaları kan lekeleriyle bulanmıştı. Kaç kez katlanıp açıldığı belli olmayan bu harita, kuzeyin isyanını ve savaşın ağırlığını taşıyan bir belgeye dönüşmüştü.

Masanın etrafında toplanan liderler, pelerinlerini sıkı sıkıya üzerlerine çekmişti. Bu, sıradan bir savaş toplantısı değildi. Bu masa etrafında oturan herkes, Gallant'a karşı yürütülen bu isyanın kaderini belirlemek üzere buradaydı.

Üç kuzey krallığının isyancı liderleri—Renoire, Arnold ve Kalmar—ilk defa tam anlamıyla bir araya gelmişti.

Durhain, ağır adımlarla masanın etrafında dolaşıyor, haritanın üzerindeki taşları dikkatlice inceliyordu. Her biri farklı bir tehdidi temsil eden taşlardan gözlerini ayıramıyordu.

Kırmızı taşlar, Gallant lejyonlarının kuzeye ilerleyişini temsil ediyordu.

Siyah taşlar, güneyde giderek artan canavar saldırılarını gösteriyordu.

Mavi taşlar ise isyancı birliklerinin konumlarını işaret ediyordu.

"Sadece üç hafta içinde Morgana'nın lejyonu Larkan'a ulaştı" dedi Durhain, sesi yaşına göre hâlâ güçlüydü ama içinde gizli bir endişe vardı. "Ve eğer buradan Elnar'a ve daha sonra kuzeye hareket ederlerse, bu karargâh bile onların saldırısından kurtulamayabilir."

Masanın diğer tarafında oturan Kalmar isyancı komutanlarından biri, sert bir kahkaha attı.

Saçları kısacık kesilmiş, yüzü soğuktan çatlamıştı.

"Bırakın gelsinler!" diye homurdandı. "Gallant'ın lejyonları her ne kadar güçlü olsa da bizim topraklarımızda, bizim hava şartlarımızda savaşamaz. Dondururuz onları! Aç bırakırız!"

Diğer liderler homurdanarak birbirlerine baktılar. Arnoldlu genç bir isyancı, öfkeyle masaya vurdu.

"Hava şartlarına güvenerek kazanamayız! Gallant'ta büyücüler var. Onlar soğuğa karşı dayanıklı. Peki ya biz? Erzaklarımız azalıyor. Gallant saldırı yapmasa bile bu gidişle baharı bile göremeyeceğiz!"

Konuşmalar giderek daha sertleşirken, Renoire'den gelen eski bir komutan sessizce yerinden kalktı. Adamın bakışları sertti.

Bu adamlar, sıradan isyancılar gibi değildi. Onların duruşu, bakışları, savaş yıllarının verdiği yorgunluk ve disiplinle doluydu. Üzerlerindeki eski ama iyi bakılmış zırhlar, eskiden Renoire krallığının en elit birliklerinden olduklarını gösteriyordu.

Adam, cübbesinin yakasını sıyırarak masaya doğru eğildi.

"İsyancıların asıl sorunu savaşta değil, birlik olmakta."

Gözlerini Kalmar ve Arnoldlu liderlere dikti.

"Burada Gallant'a karşı ortak bir isyan başlattık ama geçmişimiz yüzünden hâlâ birbirimize güvenmiyoruz."

Masanın etrafındaki diğer isyancı liderleri birbirlerine baktılar. Renoire isyancıları daha sakin ve stratejik davranırken, Kalmar ve Arnold isyancıları durumun ciddiyetini tam olarak kavrayamamış gibi görünüyordu.

Ya şimdi harekete geçeceklerdi ya da Gallant onları tek tek ezecekti.

Arnoldlu genç isyancı, dudaklarını sıkarak "Ne demek istiyorsun?" diye sordu, sesinde alaycı bir ton olsa da içinde tedirginlik barındırıyordu.

Renoireli komutan, boş bir gülümsemeyle başını salladı.

"Gallant kuzeyi işgal etmeden önce bile birbirimizle savaşıyorduk."

"O zamanlar bu savaş bizim için eğlenceden başka bir şey değildi. Ancak şimdi durum değişti."

"Artık eğlence yok. Ya birlikte kazanacağız ya da hepimiz ayrı ayrı yok olacağız."

Salon bir an ölüm sessizliğine gömüldü.

İlk defa, herkes neyle karşı karşıya olduklarını tam anlamıyla idrak etmiş gibi göründü.

Tam bu sırada, kapı sertçe açıldı ve içeriye nefes nefese kalmış bir izci girdi.

Üzerindeki kürk post, beyaz karla kaplanmış olmasına rağmen alnından terler damlıyordu.

"Larkan'dan haber var!" diye bağırdı izci. Herkesin gözleri ona çevrildi.

Durhain, ağır adımlarla ona yaklaştı. "Ne oldu?"

İzci bir an nefesini toparladı ve endişeli bir sesle devam etti:

"Helios'tan gelen lejyon, büyük bir hızla kuzeye yaklaşıyor. Ancak görünen o ki, sadece birkaç keşif kolu ilerliyor."

Bu haber, salonda küçük çaplı bir huzursuzluk yarattı.

Bazıları bunun Morgana'nın hazırlık yaptığını gösterdiğini düşünürken, diğerleri bir blöf olabileceğini söyledi.

Kalmar savaşçılarından biri, kılıcının kabzasını kavrayarak homurdandı.

"Belki de saldırmadan önce istihbarat topluyorlardır. Onlara zaman vermemeliyiz."

Durhain gözlerini kıstı. "Eğer gerçekten öyleyse, o lejyonu burada durdurmalıyız."

Renoireli komutan, haritaya bakarak sert bir ifadeyle konuştu:

"Bu sadece bir savaş meselesi değil. Bu, bir mesajdır. Eğer bu lejyonu durdurursak, kuzeydeki isyanımız daha fazla destek alacak. Ayrıca bu onların moralini sarsacak ve kuzeye ilerlemelerini yavaşlatacaktır."

Herkes sessizleşti.

İlk defa, isyancılar gerçekten bir savaşın içinde olduklarını hissetmişti.

Salonun içindeki gergin hava, ağır bir sis gibi çökmüştü.

Durhain, elinle masadaki haritayı işaret etti.

"Larkan'ın kuzeydoğusundaki ormanlarda, geçiş güzergahlarına tuzaklar kuracağız."

"İzcilere haber verin, düşmanın hareketlerini adım adım izlesinler."

"Onların dikkatini dağıtmak ve hızlarını kesmek için küçük çaplı saldırılar düzenleyeceğiz."

Arnoldlu lider Hagen, kaşlarını çatarak karşılık verdi.

"Amaç o lejyonu tamamen yok etmek mi, yoksa yalnızca yavaşlatmak mı?"

Durhain gözlerini kıstı.

"Tamamen yok etmeye çalışırsak, tüm isyanı riske atmış oluruz."

"Önceliğimiz, onların ilerleyişini yavaşlatmak ve zayıflatmak."

"Erzak depolarını kundaklayıp onları aç bırakacağız. Geçitleri ateşe vereceğiz. Su kuyularını toprakla dolduracağız. Hedefimiz, onları kendi kibrine yenik düşürene kadar çürütmek."

Masanın etrafındaki liderler, bu sözler üzerine birbirlerine bakarak başlarını salladılar.

Ancak içlerinde hala bir çekince vardı.

Hagen, dişlerini sıkarak konuştu.

"Büyücüleri en büyük tehdit. Onlar olmasa, bu plan çok daha etkili olurdu."

Kalmar liderlerinden Ethelwyn, sert bir şekilde ekledi.

"O yüzden önce büyücülerini avlamalıyız."

Durhain başını yavaşça salladı. Planı tamamlamak için en kritik nokta buydu.

Gallant'ın büyücülerini ortadan kaldırmak…

Bunu başarabilirlerse, lejyona karşı bir şansları olabilirdi.

Ancak başarısız olurlarsa…

Bu savaş, başlamadan bitebilirdi.

Tam o sırada, kapı bir kez daha açıldı. İçeri giren kişi, beline kadar uzanan koyu kahverengi saçlarını gevşek bir örgüyle toplamış bir kadındı.

Gözleri, içerideki herkesi bir bakışta süzen soğuk, keskin bir zekâyı yansıtıyordu.

Üzerindeki kürk pelerini, kışın acımasız soğuğuna alışkın olduğunu gösteriyordu.

Salon bir an için sessizleşti.

Durhain, kadına döndü. "Sen neden buradasın, Taria?"

Kadın, hafifçe başını kaldırarak soğukkanlı bir ifadeyle konuştu.

"Sana bir mesaj getirdim, Durhain."

Taria, yavaş adımlarla masaya yaklaştı ve küçük bir parşömeni masaya bıraktı.

"Leydi size haber yolladı."

Masanın etrafındaki liderlerin yüz ifadeleri değişti. Bazıları şaşkın, bazıları meraklıydı.

Leydi…

İsyancıların en büyük destekçisiydi. Ancak kimse onun kim olduğunu bilmiyordu.

Durhain, kaşlarını çatıp parşömeni aldı ve açtı. Gözleri hızla satırları taradı.

Harfler, ince ve zarif bir el yazısıyla yazılmıştı. Ve satırlarda yazanlar, bütün odadaki havayı bir anda değiştirdi.

"Gallant'ın keşif birlikleri sadece bir yanıltmaca."

"Morgana, asıl gücünü Larkan'da toplamış ve her an harekete geçebilir."

"Savaş tahmin ettiğinizden çok daha yakın."

Durhain'in nefesi kesildi. Bu, düşündüklerinden çok daha kötü bir haberdi. Bir keşif birliğiyle değil, gerçek bir orduyla yüzleşeceklerdi. Durhain, gözlerini parşömenden kaldırarak masadaki liderlere baktı.

"Beklemeye vaktimiz kalmadı."

"Gallant harekete geçmeden önce biz vurmalıyız."

Arnoldlu isyancı lideri Hagen, dişlerini sıkarak ekledi.

"Bu intihar olur."

Durhain gözlerini kıstı.

"Ya şimdi harekete geçeriz ya da Morgana bizi Larkan'ın kapısına zincirlenmiş cesetlere çevirir."

Bir an için hiç kimse konuşmadı.

Sonunda, Kalmar lideri Ethelwyn başını sallayarak ayağa kalktı.

"O halde plan basit."

"Bu gece saldırıyoruz."

Kalmar ve Arnoldlu liderlerin savaş kararını vermesiyle birlikte, toplantı salonunda hafif bir uğultu yükseldi.

Artık her şey kesinleşmişti. Bu gece, isyancılar Gallant'a karşı ilk büyük saldırılarını başlatacaktı. Durhain, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.

Karar verilmişti. Ancak, bu kararın onları nereye sürükleyeceğini kimse bilmiyordu. Arnoldlu ve Kalmar liderleri, adamlarına emirler vermek için birer birer toplantıyı terk etti.

Kapı kapanırken, salonun içinde yalnızca Renoireli savaşçılar kalmıştı. Ve o anda, ortamın ağırlığı değişti. Durhain, masanın başında kalmaya devam etti. Etrafındaki Renoireli subaylar sessizce oturuyordu.

Dışarıdaki rüzgâr çadırın ahşap duvarlarını sarsarken, bir süre hiç kimse konuşmadı. Sonunda, genç bir Renoire'li subay içini çekerek konuştu.

"Renoire bu hale düşecek bir krallık değildi."

Durhain gözlerini açtı ve konuşan adamın yüzüne baktı.

Gençti, ama gözlerinde tükenmiş bir savaşçının yorgunluğu vardı.

Başka bir savaşçı ona döndü.

"Kimse Renoire'nin düşeceğini düşünmezdi."

"Ama düştü."

Sessizlik.

Kimse itiraz edemedi. Salonda oturanlardan biri, hafif bir kahkaha attı.

Ancak bu, neşeli bir kahkaha değildi.

"Bir zamanlar Gallant'ın bize vergi ödediğini hatırlıyor musunuz?"

Birkaç adam, acı bir gülümsemeyle başını salladı.

"Bir zamanlar Gallant İmparatorluğu, kraliçemize elçiler gönderip anlaşmalar yapmaya çalışırdı."

"Çünkü bizi karşılarına almak istemezlerdi."

Durhain gözlerini kısarak başını salladı.

"Çünkü biz onların sınırlarını koruyorduk."

Masadaki diğer Renoireli subaylar, Durhain'in sözlerine dikkat kesildi.

"Renoire Krallığı, Reynor kıtasının duvarıydı."

"Elnar duvarını inşa ettik, canavar sürülerini durdurduk. Kanımızı akıttık. Onların kentleri barış içinde yaşarken, biz her gün savaşın içindeydik."

"Ama hepsi nankör çıktı."

"Bize ihanet ettiler."

Masadaki adamların yüzleri, öfkeyle gölgelendi. Bunu hepsi biliyordu. Gallant, tek başına Renoire'yi yenemezdi. Ama nihayetin de güç dengesini bozan bir şey olmuştu: Beyaz Büyü Kulesi

Bir subay, dişlerini sıkarak ekledi:

"Beyaz Büyü Kulesi... Onlar olmasaydı Gallant bizimle savaşamazdı."

Sessizlik. Herkes bunu biliyordu. Gallant'ın büyücüleri vardı, evet. Ama Renoire, Seria Cumhuriyeti ile büyü teknolojisinde en önde gelen krallıklardan biriydi. Gallant büyücüleri güçlüydü, ama Renoire büyücüleri daha üstündü.

Bu yüzden, Gallant savaşa asla cesaret edemezdi.

Ama Ogmios ve Beyaz Büyü Kulesi, büyü kulelerinin bağımsız ve tarafsızlık yasalarını ihlal ederek Gallant imparatorluğuna bağlandılar. Tüm büyü kuleleri bunu eleştirse de, artık çok geçti çünkü tüm dengeler altüst olmuştu.

Gallant, Elnar'daki canavar akınlarının zirveye ulaştığı bir dönemi seçmişti. Renoire'nin ordusu, canavarlarla savaşırken, Gallant ordusu bu fırsatı değerlendirip Renoire krallığını sırtından hançerledi.

Bir Renoire subayı, yumruğunu sıktı.

"Ordumuz Elnar'da savaşıyordu. Biz kıtanın güvenliğini sağlıyorduk.

"O sırada Gallant bize saldırdı."

Yüzü asıldı.

"Beyaz Büyü Kulesi'nin ihanetini unutmayacağız."

Durhain, masaya ellerini koyarak konuştu:

"Onlar bize ihanet etti."

"Ama biz, geçmişimizi unutmadık."

"Renoire, bir zamanlar Gallant'tan korkmadı, şimdi de korkmayacak."

Bunu söylerken, gözleri çadırın köşesinde asılı duran bayrağa kaydı.

Yıllardır savaş meydanlarında taşınmış, kan, kül ve zamanla solmuş bir bayrak. Kızıl zemin üzerine yükselen feniks. Başında gümüş bir taç, tacın üzerinde parlayan bir ametist göz.

Bu, sadece bir kumaş parçası değildi. Bu, Renoire'nin ruhuydu. Ve bu bayrak, asla yere düşmemeliydi. Durhain başını kaldırdı, gözleri alev gibi parlıyordu.

"Gallant'a bir kez daha göstereceğiz."

"Renoire küllere karışmadı."

"Sadece yeniden doğmayı bekliyor."

Kızıl bayrağı saran alevler içerisindeki feniks salonun soluk ışığında parlıyor.

Rüzgâr hafifçe titretirken, bir savaşın eşiğinde olan adamlar ona bakarak sessiz bir yemin ediyordu.

Renoire için.

Kuzey için.

Özgürlük için.

 


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.